Paylaş
Alıştığına ulaşamıyorsan, alıştığına yaklaşamıyorsan fena, çok fena…
Attan düşüp eşeğe binmek kötü, bu lafı sevmem o da başka; ne ata bineyim, ne eşeğe, rahat bırakalım hayvancıkları.
Hayvancıklar kalsınlar yerlerinde, keşke biz de kalabilsek ya kendi yerlerimizde.
Bıkkınlık var bende bir süredir, her şeye, herkese dair.
Batıyor her şey bana, ben de muhtemelen batıyorum onlara çünkü kızgınım her şeye.
Belki de ilk kez bu kadar düştüm tepelerden buralara.
Düştüğümü çaktırmadan; kimseye ağlamadan, sızlanmadan.
Aslında içimden çok ağladım, sızlandım ama çaktırmadım valla.
Düştüm tepeden, hak ettim de bunu aslında; salak olduğumdan güvendim ya, kendimden sandım ondan.
Şimdi yanıyorum sıkıntıdan, attın beni ateşe diyeceğim; hâlbuki ben atmışım zaten.
Eee, şimdi ne yapacağım?
Yine sil baştan, eski şarkıları çalıp ağlayacağım.
Sabah olacak; ben yine ağlak, gözler davul ama değişen bir halt olmayacak.
Olsun, ertesi akşam yine koyuvereceğim, yine sonuç sıfıra sıfır.
Sabah kalkacağım; ben Ayşe’yim ya, silkineceğim yine, bir kaç küfür edeceğim benim düşmeme yardım edenlere.
Sonra da yardım edeceğim yine eşe dosta kendimce, onlar da düşmesinler diye.
Sıtkım çok sıyrıldı pek çok şeyden, düşmeyi kendim istedim belki de bilemem.
Ne desem palavra, sadece kendimi oyalama, vakit kazanma, biraz daha güçlenmece, biliyorum işte.
Bu ara fenayım, siz de bendensiniz biliyorum.
İnsan zaman zaman böyle düştüğünü hissediyor gerçekten. Bu maddi de olabiliyor manevi de. Hayat böyle inişli çıkışlı, düşe kalka ilerliyoruz hepimiz.
Sonuçta maddi ya da manevi üzüntülerden hangisi olursa olsun biliyoruz, zamanla her şey geçiyor. Allah büyüktür, deyip sabretmek düşüyor bizlere de ama insanız işte, geçene kadar üzülüyoruz, eninde sonunda geçeceğini bilsek de.
Ben yazdıkça rahatladım, sıkıntımı attım üzerimden, peki siz nasıl başa çıkıyorsunuz, ne olur bana yazın benim canım okur dostlarım.
……….
BEN DE TACİZE UĞRADIM
Zaten uğramayanınız varsa şaşarım.
Sokaktaki adam, lokantadaki garson, okuldaki bilmem kim, bakkalın bilmem nesi, arkadaşının kocası, akraban, babanın arkadaşı…
İllaki gelmiştir başınıza.
Ayşe’nin beş yaşında satılan kızla ilgili yazısını okuyunca nedense dönüverdim eskilere.
İki surat geldi gözümün önüne; iki aşağılığın suratı. Ne garip ki ikisi de babamın arkadaşıydı.
Biri avukattı, iki de kız babası.
Bir yaz Bayramoğlu’nda denizde aklı sıra benimle oyun oynamıştı; o gün bugün korkarım oyun oynamaya.
Kimselere söylememiştim, babam katil olur diye çekinmiştim.
Sonra bir tanesi daha çıktı karşıma; holding patronu, politikacı.
Alenen aşkını bana ilan etti, okşadı bir de ben ona amca “ık mık” derken…
Onu da diyemedim kimselere, bir tek eski kocama anlatıverdim ama detayları vermedim çünkü o da katil olsun istemedim.
Şimdi bu iki şerefsizin birinin yerini biliyorum ama diğerininkini bilmiyorum, inşallah Allahlarından bulmuşlardır bir şekilde, bir yerde diyorum sadece.
İnşallah bulmuşlardır.
Paylaş