Paylaş
En son Yunanistan’ın gözlerden uzak, kimselerin olmadığı, denize nazır bir köşesinde konumlanmış olan Veli’nin muhteşem evinin, muhteşem bahçesinde bana sunulan balıklardan seçmeye çalışıyordum.
Beyaz dizilerden bir sayfa, Amerikan filmlerinden bir bölüm tadında, şoktan şoka girerek, acaba ne zaman biri beni çimdikleyecek diye düşünürken bir sesle irkildim.
“Hanımefendi karar verdiniz mi? Hangi balıkları pişirelim; buğulama mı, ızgara mı yapalım?”
İnsanoğlu çabuk şımarıyor işte, “Hepsini pişirin; yarısını buğulama,yarısını da ızgara yapın” deyiverdim.
Yanımdan ayrılan garson gidip Veli’nin kulağına bir şeyler fısıldadı. Normalde masanın uzunluğundan Veli’yi göremiyordum ama bana getirilen dürbünü çoktan boynuma asmış olduğumdan her duruma vakıftım.
Yanımdaki kankalarımdan biri kulağıma eğilmiş; “Vay be Ayşe sen arı kovanında mı yatıyorsun arkadaşım bu ne bal, ne şanslı hatunsun” diye sıcak sıcak kulağıma üflerken, garson tekrar geldi. Elinde gümüş bir tepsi, bir mücevher kutusu, bir de kart.
“Hanımefendi Veli Bey yolladı.”
Kutuyu açtım, içinde Veli’nin bana gündüz verdiği, az kaldı boğulmama sebebiyet verecek olan o yüzük. Kartı açtım; “Seninle bir ömür dünyanın o yanından bu yanına yuvarlanıp durmak istiyorum, yüzüğü parmağına taktığın an benden daha mutlu bir adam olmayacak şu kiralık dünyada ama ne olur seni zorluyorum, baskı yapıyorum sanma. Nasıl olsa bir hafta daha buradayız, kararını ne zaman istiyorsan o zaman ver benim ebedi aşkım.”
Gittikçe gerilmeye başlamıştım, baskı yokmuşmuş. Bundan beter baskı mı olurdu? İstanbul’a dönüş günüm bile benden habersiz değiştirilmişti.
Bir yandan da her kadın gibi yaşadıklarımdan pek bir mutlu, mesuttum. Balıklar geldi, mezeler geldi, ard arda kaç şampanya açıldı, kaç kere kadehler kalktı sayamaz olmuştum.
Yemekten sonra bambu koltukların olduğu bembeyaz bir bölüme geçtik. Bir baktım ağaçların her dalında (neredeyse her dalında) birer kafes, içlerinde her türden papağan, Allah sizi inandırsın Discovery kanalda bile bu kadar çeşidi bir arada göremezsiniz.
Ben hayvanları “Ah ne güzeller” diye incelerken bir ses duydum, iç gıcıklayıcı, kulak tırmalayıcı; “Ayşe Sultan” diyen.
“Arkadaşlar kim Ayşe Sultan dedi, yeryüzünün en tiz sesiyle?”
Hemen omzumda bir el belirdi, tabi ki Velininki; “Tatlım şurada bir papağan var ya bak hani her tarafı kırmızı olan, adı Kamil. İşte o Ayşe Sultan dedi. Yaklaşık altı aydır özel bir hoca tarafından eğitildi ki sırf sen gelince Ayşe diyebilsin.”
Ne desem bilemedim, sadece gülümsedim ama Veli ciddi anlamda abartmaya başlamıştı. Ne zaman beni bu kadar gözüne kestirmiş de bu kadar plan yapmıştı.
Akşamüstüne doğru rüzgâr füüüüü füüü diye esmeye başladı, bir an üşür gibi oldum. Gidip kraliçe dairemden bir şal alayım diye tam ayaklanırken, bir garson elinde koca bir sepetle yanıma yaklaştı.
“Hanımefendi aman üşümeyin, gerçi sıcak eser bu rüzgâr ama çaktırmadan da çarpar, sepetin içinde tüm markalardan, tüm renklerde, bir kısmı özel ipek, bir kısmı kaşmir şallar var. Hangisini tercih edersiniz?”
39’uma kadar bunlardan sadece birini gardırobuma sokabilme şansına erişen, yine bir param olduğunda bir tane daha alma hevesinde olan ben, onları alt alta üst üste, elli çeşit görünce soğuyuverdim.
Aradan bir tanesini kapıp düşünmeye başladım; “Al işte, her zaman ulaşılması zor olan şeyler insanı çeker. Hepsini bir arada görünce, istersen hepsine bir anda sahip olacağını bilince tadı kalmıyor işte.”
Ayşe Sultan’dan gerçek Ayşe’ye dönmüş böyle düşünürken uzaklardan bir müzik sesi gelmeye başladı. Gipsy Kings çalıyordu, hastalarıyımdır, hatta bayılırım. “Kobi koba karaçie verovakobi kobi... ”
“Ay Veli süper ya sesi biraz açtırsana, bayılırım Gipsy Kings’e. Hatırladın mı, ne çok dinlerdik gençliğimizde de”
“Sesi açamam ebedi aşkım ama daha fazlasını yapabilirim, şuradaki ışıklı ağaca doğru bir baksana.”
İşte o an, şu yaşıma dek gördüğüm en uzun rüya herhalde budur dedim. Ana, Gipsy Kings grubu ağaçların arasından canlı canlı hem çalıp hem söyleyerek bize doğru geliyordu.
“Hahahahah ne oldu ebedi aşkım, şok oldun değil mi, ben bilmez miyim senin Gipsy Kings sevdiğini, al işte.”
Bu sefer gerçekten etkilenmiştim, yalan söyleyemem. Sabaha kadar dans ettik. Benim için istediğim tüm şarkıları söyledi Gipsy Kings.
Grup elemanlarının hepsinin telefon numaralarını aldım, röportaj yapalım dedim, tamam deyip söz verdiler.
Onları otellerine uğurladıktan sonra baktık saat olmuş sabahın dördü. Uykum gelmiş bir yandan, bir yandan olmuşum sarhoş. Şampanya mı çarptı deseniz cevabım; “Hayır Veli çarptı, şu iki günde yaşadıklarım çarptı. Eh ama siz olsanız sizi de çarpmaz mıydı?”
Eve girince herkes odalarına dağıldı, Veli bana kraliçe daireme kadar eşlik etti, kapının önüne gelince yanağıma bir buse kondurup; “Melekler gibi uyu ebedi aşkım, sabaha sana sürprizlerim var” dedi.
“Hıııııı ıghk kıgh iyi geceler” deyip odama girdim. Allah’ım her yer çiçek, daha doğrusu lilyum dolu, of ne koku ne koku, alerjim vardır benim kokan çiçeklere. Başladım hapşuuuuuuu hapşuuuuuuuuu. Bir alerji ilacı içtim, bir de sprey sıktım ve geceliğimi almak için gardırobu açtım.
Bu nedir ya? Tanıdık bir tek kıyafet yok içlerinde, dolap ağzına kadar kıyafetle dolmuş taşıyor, aklınıza gelen gelmeyen her markanın çorabından tutun geceliğine, abiye elbisesine kadar hepsi burada.
Geçenlerde Vöööööggggg dergisinde gördüğüm, buna bu parayı veren kadını valla bulur döverim dediğim Şanel ceket elime bir karış mesafede.
Artık şoktan beynim uyuşmuş, kafam çok karışmıştı. Çektim gecelik bölümünden bir tane, o da Muççi mi ne giydim. Hadi zıbar Ayşe dedim.
Elli küsur yastıklı yatağa tam kendimi atmışken kapı çaldı yine.
“Kim ooooooooooooooo?”
“Ayşe Hanım benim, Hozemarialopez. Veli Bey yolladı beni”
“Niçin yolladı?”
“ Ayşe Hanım bugün pek yoruldu, dans ederken de ayakları şişmiştir, acil git yatmadan biraz masaj yap ayaklarını ovala, yağla melek gibi uyusun.” dedi.
O an Ivanka’ya yalvar yakar,rica minnet yaptırdığım masajlar gözümün önüne geldi.
“Sağol Hozemaria bilmemne, git Veli Bey’e şu an sadece uyumak istiyormuş de, yarına onun da size sürprizleri olacakmış diye de bir zahmet ekle.”
Not: Cumaya Bodrum finalini yapıyoruz.
Paylaş