Paylaş
Şimdi anlatayım, anlatmışken de bir iki şeye daha parmak basayım.
Öncelikle nasıl oluyor, bu nasıl kulaklardan kaçıyor inanın ben anlayamıyorum. Biz şurada bazen oluyor ya dahi anlamına gelen de’yi, da’yı bir iki kere bitişik yazıyoruz aman efendim olay çıkıyor.
Hâlbuki adamın biri -ki bu şahıs sesini tanıdığımız bir seslendirme ustası- koca reklamda sigara yerine defalarca sıgara diyor, bir kişi de çıkıp “hop efendi, ağzından çıkanı kulağın duymadı mı?” demiyor.
Yahu bu yabancı bir marka değil ki hani kimi öyle telaffuz eder, kimi böyle cinsinden bir şey mi ki?
Sıgara değil sigara. Tilt oluyorum ben bu reklama.
Ayrıca telefon açıyorsunuz buraya yani 171’e bekle babam bekle işin yoksa...
Hadi işin yok, bekledin sabaha kadar, eee verilen ilaç 190 lira, SGK ödemiyor bu ilacı.
Eh, nasıl olacak o zaman bu iş acaba?
On Derin Ayak İzi
Valla gıpta ettim, hatta kıskandım da, “keşke benim ayak izlerim olsaydı” dedim ilk kez bir kitap için ama gururlandım elbette. Şaka bir yana çünkü bu ayak izleri benim arkadaşımın, Lüset Kohen Fins’in, onun kitabının. Kitabın adı da tam bu; On derin ayak izi.
Okuyorum, evli bir çiftin internetten ucuz olsun diye aldıkları balayı paketinin astarı yüzünden pahalıya çıkıyor önce, sonrası vahim; eşlerden koca olan gittikleri yerde, dünyanın bir ucunda karısının yanında bir adam tarafından taciz ediliyor.
Lüset “huzursuzluk denen şey; istemeden kırdığımız kalplerden, tutamadığımız sözlerden, talihsiz yanılgılardan oluşan bir tatsız duygular silsilesidir” diyor, ne doğru.
Alengirli klişelerden uzak tespitler var. Yok meşhur bir Fransız düşünür, Budizm’e gönül vermiş mesela ya da Amerikalı bir sosyolog değil bunları yazan, 43 yaşındaki arkadaşım Lüset Kohen Fins. Hatun Harper Collins Authonomy yarışmasında bu kitabıyla birinci olup altın madalya aldı ya.
Kadın erkek ilişkileri, kariyer seçimi her şey var, ha erotizm de. Şat tekilalık bir kitap.
Okuduğu ilaç prospektüsünü bile zor beğenen, kitap seçiminde pimpirikli ben, 518 sayfalık kitabı zaman polisine yakalanmadan saatte 120 kilometre hızla okuyup bitirdim, şiddetle tavsiye ederim
Melekler ve Beki’m
Geçenlerde Beki’yi aradım (Erikli). “Beki” dedim, “kahveye geleyim mi?” Biliyorum çok dolu ve evet derse biliyor ki benimle çalışacak, bana kıyamaz çünkü.
Halbuki Beki artık kişisel çalışma yapmıyor. Sağ olsun “gel” dedi, “Ama önce” dedim, “Sana şu fotoğrafı yollamalıyım. Geçenlerde yorgun argın Kapalıçarşı’da koştururken bir mola vereyim dedim, bir durdum, sağa baktım nerede durmuşum; melek yazan bir dükkânın önünde, tepesinde de kocaman bir melek heykeli. Hemen fotoğrafını çektim sonra bir com.tr yazımda fotoğrafı paylaştım. Sonra bir e-posta geldi ‘Ayşe hanım ödümüz koptu, bu eşek şakası mı, fotomontaj mı yaptınız?’ diye. Hayır, tabii ki yapmamıştım, farkında bile değildim zaten fotoğrafta olan bitenden. Sonra ben de şoke oldum.”
Beki’ye de yollayınca cevap şöyleydi: “Gerçekten inanılmaz Ayşe...”
Ve gittim Beki’ye, yeni ofisine, deniz ayağımızın altında kahvelerimizi içtik, bana gülmeye başladı. “Eeee anlat” diye. “Eeee” dedim, “işte şöyle”...
“Tamam, tamam” dedi, “gel bir geçmiş yaşam enerjisi yapayım ben sana.”
Tıkanıklıklarımı bulduk, kendimin bildiği ama kendime bile itiraf edemediklerimi Beki “dan” diye suratıma söyledi.
Bunlar öyle şeylerdi ki, kimseye itiraf edemedikleriniz olur ya, en korkunç şeyleriniz hani, işte öyle şeylerdi.
Nasıl güzel geldi bana, meleklerin enerjisi, Beki’nin enerjisi, Beki’nin o güzel sesi.
Beki artık gözümde iyice melekleşti benim. Onun bu hali o kadar güzel ki. Bir ara çiçeklerden birinin yaprağını sevdi, sanki oğlunu okşuyordu, çiçeği değil.
Sarılıp öpüştük ayrılırken, onun grupları var bir sürü, vakit buldukça gideceğim.
Çok e-posta geliyor sizlerden “hangi kitapları okuyalım?” diye, Beki’nin tüm kitaplarını okuyun, kimilerinde CD de var, uygulayın. Beki de öyle söyledi zaten.
Ayşe’nin notu: Bu konuyla ilgili yazılan kötü e-postalar okunmadan silinecektir, fotoğrafı görmek isteyenlerin samimiyetine çok ama çok inanırsam belki yollarım, belki.
Paylaş