Paylaş
Her ikisinde de ortak bir hayata başlıyorsun, dip dibe geçireceğin bir ömür planlıyorsun.
Hastalıkta sağlıkta yanında olacağına söz veriyorsun ama bir gün o hastalanıyor ve sen toplantıda olduğun için yanına gidemiyorsun. Aklın onda...
Telefonla “iyi mi, nasıl?” diye soruyorsun, tabi onca hengâme arasında arayacak vaktin olursa!
Akşam televizyonda bir filme denk gelip kanepede yanına kıvrılmak geliyor içinden ama maalesef sabah yedide kalkman lazım. Zaten uykudan gözlerin ha kapandı ha kapanacak çünkü bu sabah da yedide kalkmıştın.
Ertesi sabah mırıl mırıl sarılıp biraz daha uyumak istiyorsun ama dokuzda işte olmalısın, kaçarı yok.
Çünkü birkaç kez gecikirsen ya işten atılırsın ya da uyarı alırsın müdüründen!
O zaman ev kirasını, faturalarını, kredi taksitini ödeyemezsin, buzdolabına yemek koyamazsın.
Düzen bozulursa artık birbirinizi sevmemeye başlarsınız.
Bir insanı sevip birlikte bir hayat kuruyorsun ama onu günde sadece üç saat görebiliyorsun çünkü çalışmak zorundasın ve hayat standardını yükseltmek için daha da çok çalışmalısın!
Çocuğun oluyor, hasta oluyor, elini alnına koyup “geçti bak yok bir şey” diyemiyorsun.
Aklın çocuğunda kalıyor ama gitmek zorundasın yine para kazandığın yere.
Ona mutlulukla hatırlayacağı çocukluk anıları bırakamıyorsun.
Onun nasıl güzel güldüğünü, nasıl güzel oynadığını, senin adını ilk nasıl söylediğini göremiyorsun.
Fırtınalı bir okul çıkışında sürpriz yapıp elinden tutamıyorsun. Çalışıyorsun da ondan.
Bütün günün hastalıkta sağlıkta yanlarında olacağına yemin ettiğin ailenle değil, başkalarının yanında geçiyor. Elin adamlarının, kadınlarının derdini çekiyorsun sanki onlar ailen.
Para her şeye ilaç olur diye düşünüyorsun.
Hadi kendinizi bırakın ve düşünün...
Hayatımızı sevdiğimiz insanlarla geçiremeyeceksek niye yaşıyoruz?
Onlara sarılmak için akşam olmasını bekleyeceksek, akşam sarılmaya çalışırken sadece hayatımızın çözülmesi gereken sorunlarını konuşacaksak, ortak hayatımız sadece problem çözmek haline gelecekse ve biz bu yüzden birbirimizden bıkacaksak niye aile kuruyoruz?
Birlikte yemek yapamadığımız, sofralar hazırlayamadığımız, “sen soğanları doğra, salatayı ben yaparım” demediğimiz insana karı koca ya da sevgili diyebilir misiniz?
Bunu yapamıyorsak, yaşadığımız hayata hayat diyebilir misiniz?
İnsanın bir ailesi yoksa hiçbir şeyi yok demektir.
Ailenin tanımı da kadın-erkek-çocuk-kardeşler mi sadece?
Dostlar da ailedir.
Geçip giden her anı birlikte yaşamaktan daha önemli bir şey var mı?
Her şeyi, herkesi yitirdikten sonra geriye o anlar kalıyor.
Geçip giden koca bir hayatın tek tesellisi parmaklarınla toplayabildiğin hatıralar, hepsi o kadar...
Güzel anıların yoksa dünyanın tapusu üzerine olsa ne olur ki?
Ne bütün gün ısıtıp içinde oturamadığımız evlere, ne üzerinde oturup eskitemediğimiz koltuklara sahip olmanın bir anlamı var.
Özleyecek bir kokun, kolun kanadın kırıldığında bütün yükünü bırakacağın bir kucağın olmadıktan sonra parayla aldıklarını ne yapacaksın?
Bir gün her şeyini bir anda yitirebilirsin ve geriye sığınacağın anların kalır.
Anılar, seni sarıp sarmalar anılar...
Biriktirebildiysen ne ala...
Hatırlayacak bir şeylerin varsa ne ala, o zaman anlarsın demek ki çok ama çok şanslısın.
Yürüyen, gezinen tavuk
İlk yazıyla kel alaka ama bilmiyorum siz yumurtagillerden misiniz?
Ben her daim yumurta yiyebilirim mesela, çok severim her haliyle.
Rafadan, ortadan, sucuklu, menemen, hatta çılbır... Bayılırım.
Canan Karatay hoca da “günde beş tane yumurta tüketebilirsiniz” dedikten sonra “yaşasın be” dedim, “yaşasın bu kadın işi biliyor, bak yumurtayı fazlaca tüketmenin hiçbir zararı yok.”
Geçen sabah anneme kahvaltıya gittim.
Ben genelde kahvaltı etmem ama mis gibi ekmek, simit ve yumurta, sucuk kokuyordu ev.
Ben tabi yumurtadan başladım yemeye.
Ay bir lezzetli, bir lezzetli ki sormayın...
Sanki hiç benzemiyor tadı bizim oradan buradan aldıklarımıza.
Sarısı koyu sarı, kokusu mis gibi...
“Anne nerden aldın bu yumurtaları” dedim.
Cevap verdi, “Ayşe bunlar yürüyen tavuk yumurtaları.”
Anlamadım tabi, “nasıl yürüyen tavuk yumurtaları” dedim, “öbür tavuklar sürekli koşuyor mu ya da yan gelip yatıyorlar mı?”
Annem başladı beni aydınlatacak konuşmalar yapmaya...
“Bak şimdi, yürüyen tavuk şöyle olur” diye...
“Genelde tavuklar kafeslerde ya da kümeslerde bakılıp besleniyor ya, bu tavuklar dışarıdalar, gezinip duruyorlar.”
“Ha bu tavuklar free yani” dedim, “eeee gezinince yumurtaları daha mı lezzetli olurmuş?”
Yine konuya benim hareketsizliğimden girdi annem.
“Sen mesela bütün gün yerinden kalkmıyorsun öyle değil mi? Ben ise neredeyse her gün 10 kilometre yürüyorum!”
Susturdum, devam ettirmedim.
Merak etmedim de değil konuyu nereye bağlayacaktı acaba diye.
Ama özgürlük hayvanda bile işe yarıyor, yürüyen tavuk yumurtası lezzetinden yenmiyor.
Neyse neyse, siz hiç yürüyen tavuk yumurtası yediniz mi?
Yemediyseniz yiyin derim harika.
Paylaş