Paylaş
Bugün yazıya tersten başlamak istiyorum. Çünkü okuduğunuz hikâye üzerinden bugünü tanımlamak istiyorum.
Günün Hikayesi:
Berber, sokakta oynayan çocuklardan birini çağırdı ve o gelince cebinden biri beş milyonluk, öteki beş yüz binlik iki banknot çıkardı, çocuğa uzattı:
Berber, saçlarını kestiği iş adamının kulağına eğilerek yavaş bir sesle, çocuğun aptallığını izlemesini söyledi. Sonrada çocuğa döndü;
- “Bu iki paradan hangisini istiyorsan alabilirsin, Ali” dedi. Çocuk, her iki banknota da dalgın dalgın baktıktan sonra beş yüz binlik banknotu bir çırpıda kaptı ve hızla dükkândan fırladı, arkadaşlarının yanına koştu. Berber, müşterisi iş adamına döndü:
- “Daha önce de söylemiştim bu çocuğun ne kadar aptal olduğunu. İşte şimdi de gözlerinizle gördünüz onun aptallığını.” Saçının kesilmesi bittikten sonra iş adamı berber dükkanından çıktı ve biraz ileride arkadaşlarıyla oynamakta olan Ali’nin yanına gitti. Ve ona, neden beş milyonluk banknotu değil de beş yüz binlik banknotu aldığını sordu.
Çocuk, hiç de aptalca olmayan bir ifadeyle iş adamının yüzüne baktı ve hafifçe gülümsedi:
- “Bu oyunu bende çok seviyorum. Beş milyonluğu alırsam, oyun biter.”
Hayat ne tuhaf değil mi? Sınırsız olan isteklerimize her koşulda cevap bulsak, acaba dünya da kalmak için bir sebebimiz olacak mı?
Konu yine aynı yere dönüyor. Bazı şeyleri biz içimizde gerçekleştirebiliyoruz.
Huzuru biz gerçek kılıyoruz içimizde. Bu iç huzuru oluşturamazsak hiçbir şeyin anlamı da kalmıyor. Düşünsenize o istediğiniz iş size gelse, ya da dünyalar kadar para kazansanız, ya da gerçekten âşık olduğunuz adam/kadın sizinle olsa yaşamın sizi geliştirebileceği gerçekten bir yönü olacak mı?
Hiççç beni kandırmayın. Duyar gibiyim “Aygül Hanım bunlar gelsin valla kendimi geliştireceğim dediğinizi” …
Yukarıdaki yazdıklarımı düşünürken acaba sevimsiz kişisel gelişim cümleleri kurup okuyucumu yoruyor muyum diye düşünüyorum. Çünkü ben bir psikolog değilim, ya da kişisel gelişimci vs. değilim. Ben gökyüzünü kendi hayatında yeryüzüne senkronize etmiş bir araştırmacıyım. Bu tarz cümleler kullandığımda kendime de oflanıp puflanıyorum.
Diyorum kendi kendime aman çok akıl verir tarzı ifadeler olmasın diye.
Hassasım bu konuda.
Dönelim hikayeye…
Hikayedeki çocuk ne kadar farkındalıklı öyle değil mi? Ne güzel diyor. Ben bu oyunu seviyorum. Aslında bizde bu dünyada bu yaşadıklarımızı seviyoruz.
Beğenin ya da beğenmeyin. Yaşamı farklı bir doku ve farklı bir tat içinde yakalamak lazım.
Zor iş, biliyorum. Astroloji işte burada devreye giriyor. Hayat oyununun size kurallarını öğretiyor.
Zamanın bir acelesi var, anlamış değilim. Zamanın bu kadar acelesi varken bizim bu kadar aheste aheste ilerliyor olmamız da bize zarar veriyor.
Anlamıyoruz.…
Neyi mi?
Değişen düzeni,
İstenmediğimiz yerde durmamayı,
Teknolojinin hızını,
Liyakatsız çalışmamayı,
Birine kötü bir şey yaptığında senin de başına kötü başka bir şeyin geldiğini,
Hiçbir şeyin eskisi gibi olmadığını,
Empati yaparak yaşamayı,
Hayvanlara zarar vermemeyi,
Sokağa çöp atmamayı,
Sevdiklerimize sevdiğimizi söylemek gerektiğini,
Güzelliğe ve mala güvenilmeyeceğini,
Kendimizden daha değerli bir şeyin olmadığını,
Biz problem ettiğimiz sürece problemlerin bile hayatımızda kaldığını,
Hayatın gurur yapacak kadar uzun olmadığını,
Kötülüklerin sonu olduğunu ama iyiliğin sınırsız olduğunu,
Anlamıyoruz…
Dememiz o ki; Herkes kendi ateşini yanında kendi götürür…
Mutlu günler dilerim…
Paylaş