Paylaş
Ramazan Ay’ının bile ikinci haftasına girmiş bulunmaktayız. Zaman hızlıca akıp gitmeye devam ediyor.
Bugün Ay başak burcunda ilerliyor. Duygularımız daha hesapçı ve karanlık olabilir. Diyeceksiniz ki ne zaman aydınlık olduk Aygül Hanım.
Şşşt…
Demeyin öyle…
Şu sıralar içinizde yapayalnız kalmış bir çocuğun üzüntüsünü besliyor olabilirsiniz. Belki de çocuğun annesi babası uzak şehirlerde yaşıyor ve o çocuk yolunu gözlüyor gibi bir duyguda olabilir bu…
İnsanın yaşantısında zaman zaman aydınlık zaman zaman karanlık günler olması gereklidir.
Yangında kurtulacak eşyalar dizisinde öncelik tanınan, canlılıktır.
Sonra diğer gereksinimler, sırasıyla düşünülür.
Böyle gerçekçi bakıldığında, dünyamızın soluk alıyor olması bizi sevindirmeli. Bir de ay gibi, birçok gezegen gibi dünyamız da ölmüş soğumuş, ısıtmaz olsaydı; işte bu beklenmedik büyük bir felaket olurdu. Dahası yaşamın sonu olurdu.
Jeolojik yapı başlangıçtan beri değişmektedir.
Bir zamanlar Toros dağlarının deniz dibinde olduğunu da düşünürsek, geleceği kestirmek kolaylaşır.
Doğal olaylar, fırtınalar, seller, depremler; dünyamızın hala soluk aldığının vereleridir. Sevinmemiz, hem de çok çok sevinmemiz, yukarda belirttiğim durumlardan hep daha iyi olduğu bilinciyle, mutlu olmamıza bir gerçekçi nedendir.
Bende birkaç aydır önemli bir deney üzerinde çalışıyorum.
Doğum tarihimle aynı günde ve aynı zamanda doğan biriyle kafa kafaya verdik hikayemizi yazıyorum.
Çok benzer şeyler yaşamışız.
Çok benzer hikayeler içerisindeyiz ama o benden daha korkusuz ve daha cesur nitelikte davranışlar sergilemiş.
Ben kadın, o erkek.
Şartlarımız benzer ama koşullarımız farklı.
Her zaman erkek olsam kesin böyle yapardım dediğim şeyleri yapmış biri.
Bu enteresan bir yansıma size bunu nasıl ifade edebilirim inanın bilmiyorum.
İnsan, yarın ne olacağını bilmediği bu yaşam yolculuğunu anlamak için gayret gösterirse hayata olan bağlılığı daha da artıyor diyebiliriz.
Bu yolculuk öyle kolay değil elbet…
Zaman zaman bu yolculukta kendime kızgınlıklarım olmuyor değil.
O dönemde karşımdaki insanlara kızmıyor değilim.
Ama ne fayda.
Zaten bir fayda aradığımız yok.
Aradığımız şey bu dünya üzerinde akıl halimizi koruyabilmekten öte değil.
Buraya sebepsiz gelmiş olamayız ki.
Bunun bir nedeni var.
Neden hem beden hem bir ruh var?
Ruhunuz, çoğunlukla mantığınız ve kararlarınızın, tutkunuz ve iştahınızla savaştığı bir savaş meydanıdır.
Ruhunuzla bedeninize arabuluculuk edebilmek veya unsurlarınızdaki ahenksizliği bir nağmeye çevirebilmek isterdim. Âmâ insan kendi ile barış halinde olmadığında ya da kendini sevmediğinde kimse bir şey yapamıyor.
Mantığınız ve tutkunuz açık denizlerde seyreden ruhunuzun dümeni ve yelkenidir. Yelkenleriniz veya dümeniniz kırılırsa şayet, sarsılıp sürüklenmekten ya da denizin ortasında sıkışıp kalmaktan başka çareniz yoktur.
Mantık tek başına egemense, hapsedici bir güçtür. Tutkuysa ihmal edilmiş ve kendi yıkımına yol açan kor bir alevdir. Bu nedenle izin verin ruhunuz, yükseltsin mantığınızı tutkunun tepelerine.
İzin verin tutkunuzu mantığınızla yönlendirmesine,
Her gün dirilmesine ve Anka kuşu gibi doğmasına kendi küllerinden.
Akan zamanın, daha ve daha birçok olayın birlikteliğinde yaşamak var.
Anlık, rastlantısal sulara akıp gitmek bazen tek şansımızdır.
Yaşamı kıstas içine almak duygusu sadece aynı ayrıntıları bulamama korkusudur.
Bir de o aynı bulamayacağımızdan korktuğumuz ayrıntılar iyi bir şeyler olsa.
Bu anı parçalarcasına bütünü koruma, bir o kadar da yok etme...
Bir şeyler olmalı, olabilmeli…
Dünleri hep yaşarken bir sonrakilere umutla bakmaya doğru...
Güzel bir hafta dilerim…
Paylaş