Paylaş
Siz hiç üzüntünüzün solduğunu düşündünüz mü?
Buna ağladığınız oldu mu? Dün aynaya baktım.
Yaşlandığımı düşündüm. Gençliğinde göz göre göre elden gittiğini…
Elimle yüzüme dokunamadım. Sanki yüzüme dokunsam bağıra çağıra ağlayacak gibi hissettim. Kendimi öyle görmek istemedim. Bu kadar hassas olma sebebim kalpsiz insanlarla savaşmam başka açıklaması yok biliyorum….
Neyi sevdiysek ya da neyi istediysek neden hep karanlığımız oldu?
O çok istediğiniz şeyin yokluğunda, beklentiler öyle yükselmiştir ki, kendisi bile geri dönse dolduramaz oluverir, gittiğinde yarattığı boşluğu…
Çünkü insan, söz konusu düşler olunca, mimarların en uçuğudur.
Beklediğiniz şey ya da kişi sizin onu ne kadar beklediğinizi bilmez. Bu yüzden ne ona kızılabiliriz beklentilerimizden ötürü ne de kendimize bundan ötürü…
Beklemenin doğasındandır bu olanlar.
Her bekleyen, bekleneni tanrı katına yaklaştırır.
ve her beklenen, bunu bilmeden, insan sıfatıyla ufaklaşır.
Beklenen kişinin gelmesi, beklenen işin gelmesi, beklenen paranın gelmesi, beklenen mevkiinin gelmesi, beklenen Aşk’ın gelmesi kısmi cennet, kısmi cehennemdir.
Satürn ve Jüpiter gezegenlerinin bu son yıllarda bizlere öğrettiği bu oldu adeta. Uranüs-Satürn karesi ne muhteşem bir şeymiş? Nasıl oldu da bu öncelikleri değiştirdi peki.
Hayat bir girdap gibi çekiyor insanı içine. Yaşam da, hayatta kalma içgüdüsü ile girdaba karşı yüzmeye çalışmak bence. Mücadele hırsı ile akıntıya bir süre direnebilirsiniz belki ama elbet bir gün enerjiniz tükenir. Sizi de alıverir yutar içine. Bu yüzden yaşamdan yeri geldiğinde o girdaptan keyif almalı insan.
Görüyorum ki; bir şeyi çok istiyorsanız bir süre ondan vazgeçmeniz gerekiyor.
Bir şeyi çok isterseniz gerçekten olduğunu da gördüm. İnancınız nasıl bilemem ama Allah, çok direnirseniz istediğinizi veriyor ama sonra da "işte bu yüzden vermedim “dedirttiriyor yani olmuyorsa olmuyordur ve bırakın gitsin…
Bir filmde şöyle bir replik duymuştum.
“Bırak dostum, olmuyorsa olmuyordur yerini tanrı alsın, güven bana”
Bir şeyi beklememek sanırım en doğru hipotez. Bu görüşü destekleyen onlarca söz bulunabilir. Benim favorim ise Lao tzu’nun “ararsan yitirirsin arama bulursun” sözüdür.
Belki de hayat sizden aranılacak biri haline gelmeniz için bu beklentileri önünüze getiriyor.
Dünyevi şeylere, iç huzurumuzu bozacak kadar kafaya takmamamız gerekiyor.
‘Zühd senin bir şeye sahip olmaman değildir’ demiş Hz. Ali, ‘Hiçbir şeyin sana sahip olmamasıdır’. Bunun için gerçekten büyük çaba göstermeniz gerekir. Beklemekten vazgeçmek her şeyi bırakmak yada çaba göstermemek demek değildir. Asıl çaba burada başlamaktadır. Önce çaba gösterin, sonra vazgeçersiniz.
Neyse o zaman içimizi ısıtmak için hatırlayalım:
'Eğer Allah, kulları için rızkı yayıp döşeseydi, yeryüzünde mutlaka azarlardı. Ama o, dilediğince ölçülü olarak indiriyor. Çünkü o, kullarından gereğince haberdardır, onları iyice görmektedir. O odur ki, kulları umutlarını kestikten sonra yağmuru indirir ve rahmetini yayar. Velî’dir o, Hamid’dir.'' “sura suresi 27-28.”
Tıpkı Mevlana’nın dediği gibi, "tohumu ek, ama toprağı açıp açıp orda mıdır diye bakma
tohumu toprağa gizle ki yeşersin."
Bir şeyden vazgeçince olmasının bir anlamı zaten yok. Mühim olan isteğimizi özgür bırakarak istemek. Olursa çok sevinirim ama olmazsa da başka bir şey isterim. Üzülmem diyebilmek.
Neyse bugünlük bu kadar beyin fırtınası yeterli…Önemli olan kendinizden vazgeçmeyin. İnsan kendinden vazgeçerse kendine gelemez o ayrı. Gelen giden olur mu bilmem :) Ama inanın insan kendinde olmadı mı geleni gideni de olmuyor…
Mutlu günler dilerim.
Paylaş