Paylaş
Bunun en güzel örneklerinden biri Santa Maria Kilisesi’nde yaşandı. 19. yüzyılda Verona’da yapılan, İzmir’deki depremler ve aradan geçen yılların oluşturduğu hasarlarla zaman içinde kullanılmaz duruma gelmiş olan kilisede org, Arkas’ın desteği ile gerçekleştirilen restorasyonun ardından 2014 yılında suskunluğunu bozmuştu. Arkas’ın daveti ile İzmir’e gelen Prof. Johannes Geffert, Arkas Trio eşliğinde iki gün üst üste konser vermişti. Arkas’ın davetiyle bir kez daha İzmir’e gelen ünlü organist Prof. Johannes Geffert ve Arkas Trio, Arkas’ın organize etttiği Santa Maria Müzik Günleri’nde klasik müzikseverlere unutulmaz iki gün yaşattı. Dünyanın sayılı organistlerinden olan Geffert ve Arkas Trio’nun değerli müzisyenleri Tuncay Yılmaz, Emre Elivar, Gustav Rivinius ile sohbet ettik.
Prof. Johannes Geffert
- Santa Maria Kilisesi Orgu hakkında ne söyleyebilirsiniz? Sizin bir org ustası olmanız nasıl gerçekleşti?
- Bu, eski bir İtalyan orgu. Neredeyse yüz yıllık. Böylesine tarihi ve özel bir İtalyan orgunu İzmir’de bulmak benim için gerçekten çok özel bir şey. Çok büyük sürpriz oldu. Bu org 1880-1920 arasında yazılmış romantik müziğe uygun bir karakter ve tınıya sahip. Özellikle, İtalyan ve opera benzeri müziğe çok uygun bir org. Bu fenomen orgla çok çalınmadığı için sağlıklı kalmış ve hala çalınabilir bir halde enstrüman. Fakat diğer yandan teknik açıdan çok güvenilir bir durumda değil. Ve üzerinde performans sergilendiğinde hep uçurumun kenarında gibi hissetmek durumunda kalıyor insan. Çünkü istenilenin bir şekilde ortaya çıkmama ihtimali de söz konusu olabiliyor. Yani bıçak sırtı.
- Babanız kilise şefi. Ailede de müzisyenlik var sanıyorum, ki bir org ustası olmanız aileden etkilenme yoluyla gerçekleşti?
- Babamın etkisiyle oldu. O org içerisinde ben de büyüdüm. Onun büyük etkisi oldu. İlginç olan şey şu; aslında ben keman eğitimi alarak müzik hayatıma başladım. Fakat öğretmenim belli bir zaman sonra ‘Bu oğlandan asla bir müzisyen olmaz’ diyerek beni bıraktı. Birkaç yıl keman çaldıktan sonra hakikaten ben de şevkimi kaybettim ve bıraktım. Bu benim için büyük bir rahatlama oldu. Ama ondan sonra çok daha fazla vakit bulmaya başladım org çalmak ve orgla ilgilenmek için.
- Almanya’da mı yaşıyorsunuz, yoksa sürekli konserler dolayısıyla seyahat mi ediyorsunuz? Nasıl bir konser programınız var?
- Çok büyük oranda Almanya içinde konserlerimi yapıyorum ve Almanya içinde seyahat ediyorum. Çünkü özellikle Almanya’da ve Hollanda’da çok ciddi bir org konseri kültürü hakim. Fransa’da da yaygın fakat o kadar sık ve çok org konseri olmuyor. Bu aslında konserleri kimin finanse ettiği, daha doğrusu kiliseleri kimin finanse ettiğiyle alakalı bir şey. Almanya’da birçok yerde kiliselerin kendi kadrolarına alabildiği müzisyenler var. Bu da tabii oradaki sanatçıların geçimini daha kolay bir hale getiriyor.
- Org kültürü aslında bizim toplumumuzun çok da alışık olmadığı bir kültür. Nasıl buldunuz İzmirli izleyicileri, buradaki kültürü, yaklaşımı?
- Son derece sessiz bir şekilde dinlediler. Gerçekten çok içine girerek dinlediklerini hissettim. İlk konserde ben başka müzisyenlerle beraber çalmıştım. İkincisinde bütün bir program sadece org ile seslendirildi. Almanya- Türkiye arasında çok çeşitli alanlarda etkileşimler var. Fakat bunun sadece iş arama, iş bulma veya turizm alanında değil, aynı zamanda klasik müzik ve kültürel alanda da ortaya çıkması çok önemli. Yani bambaşka iki kültürün, bambaşka iki dünyanın klasik müzikle bir araya gelmesi çok özel.
- İzmir’e ve buranın karakteristiğine özel bir repertuvar mı hazırladınız?
- Bu program için esasında aklıma gelen ilk fikir, araştırıp bulduğum bir operanın uvertürü. Joseph Martin Kraus’un yazdığı İkinci Süleyman operasının uvertürü. Onu bu konser için orga uyarlamayı düşündük. Bunun haricinde tabii ki kökü çok farklı yerden gelen, çok farklı öze ve elementlere sahip olan Türk müziğini org üzerinde belirli bir transformasyondan sonra çalmak ve yorumlamak benim için çok enteresan oldu. Son olarak da Arkas Trio ile birlikte olmaktan çok mutluyum. Daha fazla duymak isterim Arkas Trio’yu. Ve bu kültürel bir alışveriş bu. Özellikle klasik batı müziği olunca.
ARKAS TRİO EKİBİ
Tuncay Yılmaz
- Arkas Trio ekibi olarak bugün nasıl bir noktadasınız?
- Arkas Trio 5’inci yılında. Bugüne kadar çalışmalarımızı çok yoğun şekilde iyi bir repertuvar oluşturacak şekilde gerçekleştirdik. Türkiye’nin büyük festivallerinin hepsinde çaldık. En önemli salonlarında çaldık. Şimdi artık Avrupa’ya ve dünyaya açılmaya hazır hissediyoruz kendimizi. Çünkü gerçekten belirli bir repertuvar oluşturduk. Tabii ki bu repertuvarı her yıl daha da geliştirmek amacımız. 3 solistten oluşan Türkiye’nin ilk Trio’su olmak bizim için çok gururlandırıcı. Olağan üstü değerli bir isim ve marka çatısı altında toplandık ve bu yüzden gurur duyuyoruz.
- Yurtdışı programlarınız nasıl. Bizi nerelerde temsil ediyorsunuz?
- Macaristan Orkestrası ile çalma durumumuz var. Budapeşte’de bir konser söz konusu. Daha önce de İzmir Uluslararası Festivalleri’nde, Almanya’da çalmıştık. Onlar da bizi tekrar davet ettiler. Tabii çatımız bir dünya şirketi olduğu için Arkas’ın bulunduğu ülkelerde de bazı programlar yapmayı hedefliyoruz. Ama en önemli olan şey şu anda Arkas Trio’nun 5’inci yılında doldurduğu yepyeni bir cd. Fransız, İspanyol ve Arjantin bestecileriyle oluşan yeni bir cd ve bizim için bir kartvizit tabi ki. Eylül, Ekim aylarında raflarda yerini alması bekleniyor.
Emre Elivar
- Hepiniz farklı şehirlerde yaşıyorsunuz. Provalar için nasıl bir araya geliyor, nasıl organize oluyorsunuz?
- O en başından beri aslında geçerli oldu. Gustav Almanya’da, Tuncay İstanbul’da yaşıyor. Ben de çok uzun seneler Berlin’de yaşamışken son 2 yıldır Türkiye’de, Mersindeyim. Aslında üçümüz de ev ödevlerimizi doğru yaptığımızda ve bir araya geldiğimizde bir eserin ortaya çıkması için çok uzun bir zamana ihtiyaç olmuyor. Buradaki bir önemli avantaj da şu, belli bir zamandan sonra çok fazla şeyi ortak düşünmeye başlayabiliyoruz. Çok çabuk bir zamanda provaları tamamlıyoruz. Belli bir zaman sonra müziğe ortak bir bakış ortaya çıkıyor. O yapılan müziği ortak hissetmek ortaya çıkıyor.
- Arkas Trio’da yer almak sizin için ne ifade ediyor?
- Gustav Rivinius: Oda müziği her şekilde bir paylaşım. Sadece enstrümanlar veya müzisyenler arasında değil, insanlar arasında bir paylaşım. Mutlaka bir oda müziği oluşumu ortaya çıktığında herkes kendi tecrübelerini beraberinde getiriyor. Her şekilde beraber müzik yapmak her zaman ortak bir nokta bulmayı öngörüyor. Çünkü her yeni eser geldiğinde o anki ilhamdan ve o anki esinden ortaya çıkarak oradan hareketle her defasında en baştan, sıfırdan bir şeyler oluşturuluyor. Bana büyük bir zevk veriyor tabi her defasında burada olmak ve arkadaşlarımla, dostlarımla beraber olmak. Az önce bahsettiğim şey bizim de yaptığımız şey aslında her birimizin zaman içinde edindiği tecrübelerle, renklerle buraya gelmesi ve üçümüzün ortak bir tınıya, ortak bir yoruma ulaşmamız. Her solistin özel renginin ortaya çıkması.
- Tuncay Yılmaz: Nasıl ki toplumlar bireylerden oluşuyor. Toplumun en küçük birimi çekirdek aile. Bu da klasik müziğin ailesidir. Dolayısıyla örnek bir aile gösterebilmek topluma bizim gayemiz. Ve bu aileyi tüm yapılan repertuarı, çok değerli bestecilerin yazdığı besteleri Türkiye’ye tanıtmak ve dünyaya hazırlamak. Dünya’ya da plaklarımızı, bestelerimizi, konserlerimizi duyurmak istiyoruz. Arkas Trio olarak biz o kadar mutluyuz ki...
- Bu kilisenin akustiği ve akustik anlamında farkı hakkında? Neler söylemek istersiniz?
- Gustav Rivinius: Geçen sene çok uzun bir konser vermedik. Fakat gerçekten çok iyi bir kilise olduğunu fark ettik. Her kilisede konser vermek maalesef mümkün olmuyor. Çünkü bazı kiliselerde yankı çok uzun süre sürüyor ve böyle olduğu zamanda sesler birbirine girdiği için dinleyicinin de yaptığımız müziği pek anlaması mümkün olmuyor. Burada çok optimal bir birleşim var. Yani ne çok uzun ne de çok kısa. Ne çok uzun bir yankıya ne de çok kuru bir akustiğe sahip burası. Tam olması gerektiği gibi. Dinleyiciden gelen rezonans da çok parlak. Tüm enstrümanların çok rahat bir şekilde, çok açık bir şekilde ve çok homojen bir şekilde duyulabildiği bir yer olduğundan konser için çok uygun bir kilise.
- Tuncay Yılmaz: Mesela İstanbul’da bir kilise var. Bütün konserler genelde orada yapılır. Çok büyüktür ama akustiği iyi değildir. Yani zordur. Fakat buradaki akustik gerçekten olağanüstü. Harika bir orgu var. Nefis renkler ve 250 kişilik bir salonu var. Oda müziğine çok uygun bir yer.
- Emre Elivar: Geçen sene ilk defa burada çaldık. Tabi ki tek konser olduğu için. Çok özel bir yer kilise ve org ’un da bu kadar iyi durumda olması gerçekten çok büyük bir avantaj. Ben çok mutluyum gerçekten böyle özel bir yerde, bu kadar fazla emek verilmiş bir yerde ve çok özel bir akustiğe sahip bir yer. Bunu ilk defa geldiğimizde fark ettik. Çünkü her kilisede bulunun bir şey değil. Yani kiliseler vardır çok fazla yankı yapar ve çalmak söz konusu olamaz bir yerden sonra.
Paylaş