Paylaş
Avusturya ve Almanya’da büyük beğeni toplayan eserlerinin yanısıra George Orwell’in 1984 adlı eserinden esinlenerek yaptığı “Hearts” müzikali ise, “Almanca konuşulan ülkelerde bestelenmiş en iyi eser” olarak değerlendiriliyor. İzmir Saint Joseph Lisesi’nin organizasyonuyla gelip Kürşat Başar ile konser veren Tırpan, İzmir’le gönül bağı olduğunu söylüyor.
»Müziğe kaç yaşında başladınız?
»Piyanoya altı yaşında başladım. Okulda viyola ve klarnet de çaldım. Çünkü Viyana Devlet Akademisi’nde biri yaylı, biri nefesli iki enstrüman daha öğrenmeniz gerekiyordu.
»Bilkent Üniversitesi sonrasında hemen Viyana’ya mı gittiniz?
»İki yıl Bilkent Üniversitesi’ndeki eğitimden sonra Viyana’ya gittim, orada kaldım.
»Viyana’da mı yaşıyorsunuz İstanbul’da mı ?
Gidip geliyorum. Viyana’da ve İstanbul’da evim var. Ama her fırsatta İstanbul’a gelmeye çalışıyorum. 18 yıl oldu, Viyana’dan alacağımızı aldık.
»Viyana’da öğrenim görmek size ne kattı?
»Müziği, ana dillerinden olan Almanca öğrenmek enteresandı. Bütün teknik terimler yerli yerine oturdu. Yüzlerce yıllık gelenek var. Beethoven’ı, Mozart’ı, yerinde, otantik öğrenme ve çalışma imkanım oldu. Bir de müziğin ötesinde, yabancı ülkede yaşadığınız zaman görüyorsunuz ki, dünyada bir tek derdi olan Türkler değil.
»Nasıl yani?
»Biz olaylara hep Türkiye gözü ile bakmaya alışmışız. Ama Arjantin’de de bizdeki ‘Cuma Anneleri’ gibi ‘Perşembe Anneleri’ var. İspanyollar’ın da sıkıntıları var. Yani her ülkenin hikayesi var. Ama biz sanki en büyük sıkıntılar bizdeymiş gibi davranıyoruz. Oysa birçok ülkeye göre verimli, zengin topraklarda yaşıyoruz. Okuldayken Bulgar, Rus, Romen arkadaşlarım vardı, çoğu geri dönmek istemiyordu. Çünkü dönecek güzel yerleri yoktu. Bizim durumumuz öyle değildi. Türk talebeleri olarak mutlu, başarılı olamazsak bizi bekleyen bir ülkemiz var diye düşünürdük. Bu çok güzel bir duygu esasında.
Figaro’nun Düğünü’nü caz stilinde yorumladım, Avusturya’da çok beğenildi
»Ünlü klasik eserleri farklı yorumluyorsunuz, bunu nasıl tanımlıyorsunuz?
»Eğitimim sırasında caz da dahil, her müziği yaptım. Bir zaman sonra bunlar farkı yöntemler olmaktan çıkıyor. Birçok klasik müzik eserini caz şeklinde yorumladım. 2002’de Mozart’ın “Figaro’nun Düğünü” operasını caz stilinde yeniden yazdım. Sahneye koyan rejisör arkadaşım eseri modern halde yazdı. Bütün karakterleri modernize ettik, biz de otel lobisinde caz çalan müzisyenler olduk. O dönemlerde yazılmış entrikalar, kadın erkek ilişkileri, kim kime aşık gibi konuları günümüze transfer ettik. Ve gördük ki hiçbir şey değişmemiş. Maalesef tüm bu iyi ve kötü duygular insanın doğasında var.
»Böyle yaptığınız için tepki aldınız mı Avrupa’da?
»Açıkçası başta endişelerim vardı. Fakat Mozart’ın anayurdu olan Avusturya’da tam tersi oldu, çok beğenildi. Neredeyse 60 kez eseri yorumladık. Sonra Almanya’daki bir çok müzikalin, kitabın, televizyon dizisinin yayıncısı olan bir şirket aldı. Almanya’da 40-50 kere seslendirildi, turnelere çıktı. Beklediğimin tam tersi müthiş olumlu eleştiriler aldım.
İstanbul’un 30 varyasyonunu filme çekeceğiz
»Kendi çalışmalarınızda neler var?
»Geçen ay, Türkiye’deki ilk olan ve kendi bestelerimden oluşan My Green Color adlı caz albümüm yayınlandı. 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nde “Kahraman Türk Kadınları” adlı oratoryo sahnelemeyi düşünüyoruz. Ayrıca İstanbul 2010 Kültür Başkenti kapsamında 7 dakikalık film projem var. Vah İstanbul isimli, Bach’ın Goldberg varyasyonları üzerine bir film.
»Filmi siz mi çekeceksiniz?
»Ben konseptini hazırladım, hikayesini yazdım. Atıl İnanç ve Lacivert Film ile yaz aylarında çekeceğiz. Her varyasyon İstanbul’un başka bir yerinde çekilecek. Sadece doğal ve turistik yerler değil, Ali Sami Yen Stadyumu, balık hali, Darrüşafaka, Haydar Paşa Garı, metro gibi şehrin genç ve dinamik yönünü de gösteren film olacak. Nasıl basit bir melodiden 30 varyasyon bestelendiyse, İstanbul’un 30 varyasyonunu çekeceğiz.
Müzik eğitimi hayat boyu sürecek bir disiplin kazandırır
»Annelerin çocuklarına piyano dersi aldırma merakı var, gerekli mi?
»Piyano ya da bir enstrüman çalan çocuk illa virtüöz olacak, meşhur olacak diye bir şey yok. Fakat o yaşta kazandığı disiplin, düzenli çalışma şekli, başka çocuklarla müzik yapması çok şey katar. Doktor da olsa, mimar da olsa bu birikimi her yere taşır. Müzik eğitimini, çocuğun eğitim ve gelişim süreci içersinde alacağı bir disiplin olarak görmek gerekli.
İzmir’de konser vermeyi ben teklif ettim
»Kürşat Başar ile müzik yapmaya nasıl başladınız?
»Kürşat ile çok iyi arkadaşız. Kürşat, gençliğinde İstanbul Radyosu’nda caz programları yapan, İstanbul Festivali’ne danışmanlık yapmış, yani hayatın her döneminde cazın içinde bulunmuş biridir. Türk Eğitim Gönüllüleri Vakfı’nın bir gecesinde tanıştık. Çökertme türküsünü yaptık. Dostluğumuz böyle başladı, evlerimiz de yakın, sık görüşüyorduk. ‘Oturup boş boş muhabbet edeceğimize getir şu saksafonu da biraz bir şeyler çal’ derken bir program oluştu. ‘Bir gece bir yerde gırgırına çalalım’ dedik. Kimi görsek ‘Konseriniz varmış geliyoruz’ diyor, meğer millet bizim böyle bir proje yapmamızı bekliyormuş. Değişik geldi herkese, biz de çok eğleniyoruz çalarken. Siz ne kadar eğlenirseniz o seyirciye de yansıyor. Böylece projemizi başlatmış olduk.
»İzmir’de konser vermeniz nasıl oldu?
»Buradaki Saint Joseph Fransız Lisesi’nin Türk müdürü benim çok eski arkadaşım. Hatta beni caz müziğine ısındıran insanlardan biridir yani çok iyi bir koleksiyoncudur. ‘Bu seneki kitap haftamıza Kürşat Bey’i davet etmek istiyoruz’ dedi. ‘Kürşat gelecekse, İzmir’i çok seviyorum, ben de gelirim, hazır gelmişken Kürşat’la da bir konser verelim’ dedim. Konser bu şekilde gerçekleşti. İzmir’in ben de çok ayrı bir yeri var.
»İzmir’le gönül bağınız nasıl oluştu?
»İzmir’i çok seviyorum. Herhalde bütün Türkiye de çok seviyordur. Mevlana Senfonisi adlı eserim ilk İzmir’de seslendirildi 2007’de. İzmirliler çok harika anlar yaşattı bana. İzmir Devlet Senfoni’deki müzisyen arkadaşlarım da beni çok sever. Zaten 26 Şubat’ta Şef İbrahim Yazıcı eşliğinde İZDSO ile Adnan Saygun Kültür Merkezi’nde bir konserim olacak ve Birinci Piyano Konçertom’un dünya prömiyerini yine birlikte yapacağız.
Mevlana senfonik eserimi eleştirenler de oldu
»İnsanlar farklı bir şeyler mi dinlemek istiyor sizce?
»Bence artık insanlar sürekli aynı şeyi, eserleri dinlemekten sıkıldı. Böyle değişik yorumlar, yenilikler insanların hoşuna gidiyor. Bakın Fazıl Say da Mozart’ın eserlerini caz gibi yorumlayarak büyük kitlelere klasik müziğin tanınmasında önayak oldu. Türkiye’de bu çok ilgi çekti yani.
»Mevlana ile ilgili yaptığınız Simyacı Senfonik Şiir nasıl tepkiler aldı?
»Orada çok daha tutucu olanlar oldu. Özellikle o eserde bir model dansçı arkadaşımla çalıştım ve sema törenini çok daha modern yorumladık. Dolayısıyla eser de modern hale dönüştü. Seven de oldu, eleştiren de.
Paylaş