İstanbul’dan İzmir’e bir proje için geldim, ama geri dönmedim
Paylaş
LinkedinFlipboardLinki KopyalaYazı Tipi
METİN KAP’ı yıllarca Camel Trophy ile özdeşleştirdik.
Oysa o, aldığı iyi eğitim sonrasında çok farklı projelerde çalışmış bir işadamı. Maceracı ruhunun rutin iş hayatında kaybolmasına izin vermeyen Kap, 2,5 yıl önce iş için geldiği İzmir’e yerleşmiş ve son zamanların en gözde yeri olan bir restoran açmış. ’Hayatımda hiç bir şeyin garantisi yok, ama Türkiye’de yaşayacaksam sadece İzmir, Alaçatı’da yaşarım’ diyor.
>> Ne üzerine eğitim aldınız?
>> İstanbul’da Saint Michelle Fransız Lisesi sonrası 1.5 yıl İsviçre’de, üç yıl da ABD Boston Üniversitesi’nde iş idaresi okudum.
>> Türkiye’ye döndükten sonra ne yaptınız?
>> Aslında ilk işim Fransız ortaklı bir bilgisayar grafiği stüdyosu kurmak oldu. Bu arada 1987’de Madagaskar’daki Camel Trophy’e katıldım ve 2000’e kadar markanın sahibi olan firmanın genel müdürlüğünü yaptım. Türkiye’den sorumlu olmanın yanı sıra, uluslararası Camel Trophy’i organize eden 20 kişiden biriydim.
>> Sonrasında İzmir’e mi yerleştiniz?
>> İzmir’e 2,5 sene önce geldim. Öncesinde kendi firmamda sponsorship marketing denilen ve bir takım ürünler ve projelerle onlara uygun markaları bir araya getiren iş yaptım. Bir yandan da televizyona prodüksiyonlar ve reklamlar yapıyordum. Bunların arasında CBS için bir ayağı Türkiye’de çekilen Grammy ödüllü bir dizinin Türkiye prodüksiyonu da var.
>> Metin Kap deyince akla hemen Camel Trophy geliyor. Camel Trophy nasıl bir yarıştı?
>> Camel Trophy, hem rekabetin olduğu, hem de bütün ekiplerin birbirleriyle yardımlaşmasıyla engellerin aşılabildiği bir serüven. Yani hem takım ruhunun ve yardımlaşmanın yaşandığı hem de yarışma öğesini içinde barındıran çok nadir aktivitelerden biriydi. Adaylar kendi ülkelerinde çeşitli seçmelerden geçip uluslararası seçmelere katılıyordu. Bu da neredeyse bütün seneye yayılan bir süreç. 1987’de ilk kez katılan Türkiye’yi ben temsil ettim. En son Camel Trophy 2000’de yapıldı. Sonrasında firma el değiştirdi ve ondan sonra da yapılmama kararı alındı.
>> Camel Trophy neden hiç Türkiye’de yapılmadı?
>> Camel Trophy, her sene dünyanın farklı bir egzotik ülkesinde, başından sonuna tabiatla mücadeleyle geçen ve A noktasından B noktasına bin mil süren bir yolculuk. Bazen bir tek ülke, bazen birkaç ülkede. Mesela benim katıldığım sene Madagaskar’ı kuzeyden güneye katettik. Bir başka sene Maya medeniyetlerinin yaşadığı beş Orta Amerika ülkesi geçildi. Türkiye’de böyle bin millik parkur çok uğraşsanız belki çıkar ama buradaki seçim biraz daha egzotik, medeniyetin uğramadığı bölgeleri daha bol ülkeler. Bence Türkiye doğaya yönelik çok keyifli geziler yapmaya elverişli bir ülke ama Camel Trophy için o kadar uygun değildi. Olsaydı yaparlardı zaten.
>> Outdoor sporlara meraklısınız, neler var bunların arasında?
>> Tabiat sporlarına olan ilgimde Camel Trophy’nin çok katkısı var. Bununla birlikte, çok ufak yaşlardan itibaren yelken, sörf, bisiklet, offroad, motorsiklet ve ATV ile uğraştım. 80’li senelerde ralli yaptım, 97’de Türkiye Offroad Şampiyonası’na katılıp birinci oldum. 98’den itibaren pist yarışlarına katıldım. Son yıllarda Türkiye’ye gelen Caterham marka İngiliz arabalarıyla Türkiye ve yurtdışında yarıştım. Son bir kaça senedir yarışmıyorum ama bu seneye yarışmayacağım demek değil.
Restoranlar sahibinin karekterini yansıtır
>> Kimi mekan hoş görünse de hiç tutmaz, kimi çok tutulur, sizce bunun bir formülü var mı?
>> Formül önerecek kadar bu işte pişmedim henüz. Ama her şeyden önce iyi ve dengeli bir menünüz olmalı, iyi ve kaliteli malzeme kullanmalısınız. Ayrıca servisinizin düzgün olması lazım. Bunun dışında çok da fazla kural yok bana sorarsanız. Aslında restoran denilen şey sahibinin karakterini yansıtan bir ortam. Herkese birden hitap etmesi mümkün değil. Kişiden kişiye zevkler değişebiliyor ama eğer sizin çizginizin hitap ettiği yeterli bir kalabalık varsa bir şehirde, yemeğiniz de düzgünse o restoran doluyor.
>> Bu işlerde hep işinizin başında olmanız, her gelenle belki ahbaplık yapmanız gerekiyor değil mi?
>> Evet, işin başındasınız ve insanlarla dostane ilişkiler içerindesiniz; başka türlü olabileceğini sanmıyorum bu işin. Zaten işimi çok severek yapıyorum. Tabii ki sosyal tarafı da var çünkü gelen insanlar o mekanın sahibinin veya işletmecisinin işinin başında olduğunu görmekten, kendileriyle ama yemek ya da başka konular üzerine üç, beş kelime sohbet edilmesinden keyif alıyor. Siz de bundan keyif alıyorsanız hiçbir problem yok.
Türkiye’de yaşadığım sürece İzmir Alaçatı’da yaşarım
>> İstanbul insanı yorar, İzmir’e gelip yerleşir klişesi doğru mu sizce?
>> Bu, nasıl yaşadığınıza bağlı. Ben İstanbul’dayken de işim ve yaşam tarzım nedeniyle doğayı çok yaşayan, çok acayip yerlere seyahat eden biriydim. Her zaman çocuklarım ve arkadaşlarımla kamp yaptım, çok egzotik ülkelere gittim işim gereği. Belli bir yaştan sonra sahil kasabaları tercih ediliyor dendiğinde biraz emeklilik gibi algılıyorum. Evet, bir yerden sonra metropol insanı yoruyor ama İstanbul’da değil de başka bir yerde yaşayayım dediğinizde de yine üretken olmalısınız. Şartları oluşturabilirseniz her dönemde yeni bir işe, yeni bir hayata başlanabiliyor.
>> Şu andan itibaren ben hep İzmir’de yaşarım mı diyorsunuz yoksa hiç belli olmaz belki bir gün İzmir’den de gidebilirim mi?
>> Açıkçası bendeki durum, her an her şey olabilir durumu. Ama Türkiye’de olduğum müddetçe İzmir - Alaçatı bölgesi benim yaşayacağım yerdir gibi gözüküyor. Bu bölgeyi o kadar seviyorum.
Beklentim sadece keyif almak
>> Sizce restoranınızı İstanbul’da açsaydınız, daha mı farklı olurdu?
>> İstanbul’da böyle bir şey yapar mıydım bilmiyorum. Gerçi ilk başta İzmir’de yap iyi olur diyen bir kişi çıkmadı. Çok az insan olumlu yaklaştı. Ama ben şu anda bunu yapmış olmaktan çok mutluyum.
>> İzmir iş anlamında beklentilerinizi karşıladı mı?
>> Bir şehirde aradığınız her şeyi bulmanız mümkün değil. Ben kesinlikle aradığımı buldum. İnsanlar değişik dönemlerde, değişik şeylere yoğunlaşıyor, arayışları farklılaşabiliyor. Ben İstanbul gibi bir metropolü 47-48 yaşlarına kadar çok dolu yaşadım. Aynı şeyi İzmir’de beklerseniz bulmanıza imkan yok. İzmir’in çok çok avantajlı yönleri var, onların keyfini çıkarıyorum. Arabaya atlayıp 40 dakikada Çeşme-Alaçatı gibi bir cennette olmak, Kordon’da koca bir yeşillikte köpeğimi dolaştırmak, işimden evime bisikletle ya da yürüyerek gidip gelmek çok keyifli. İzmir’in keyif alınacak şeylerinden keyif alıyorum bunun gerisinde de işimi yapıyorum.
Burada hayat İstanbul’dan çok daha rahat
>> İzmir’e yerleşmek nereden çıktı, burayla bir bağınız var mı?
>> Hiçbir bağım yok. Üç sene önce Urla Yağcılar Köyü’ne uzun soluklu bir proje için geldim fakat proje 2,5 ay sonrasında iptal oldu. Ama ben o kadar sevdim ki burayı kaldım.
>> İstanbul’da bekleyeniniz veya işiniz falan yok muydu da kalayım burada dediniz?
>> Ben İstanbul defterini kapatıp gelmiştim zaten. İkinci eşimle evlenip bir hafta sonra buraya gelmiştik. Çok keyifli yerde yaşıyorduk. Bir tarafımız orman, bir tarafımız bahçe idi. 1-1,5 seneyi Yağcılar’da geçirdik. Fakat bir yerden sonra gidip gelmeler zor olmaya başlayınca İzmir’e taşındık.
>> İstanbul’daki hayatınıza baktığınız zaman İzmir’deki biraz daha rahat bir hayat mı?
>> Kesinlikle. Mesela arabayı sadece hafta sonu Alaçatı’ya gitmek için kullanıyorum. Son zamanlarda bisiklete binmeye başladım. Bunlar İstanbul için çok büyük lüksler. İşine yürüyerek 5 dakikada gidebilmek çok büyük bir avantaj.
Arkadaşım Mehmet Gürs’den yoğun eğitim aldım
>> Restoran işi nereden çıktı peki? Öncesinde bu işle uğraştınız mı?
>> Hayır ama dışarıda çok yemek yedim. Çünkü 10 sene evlilikten sonra ciddi bir süre bekarlık yaşadım. Çok iyi arkadaşlarımın çok iyi restoranları vardı. Bir damak tadım vardı. Tabii bu bir restoran açmak için yeterli değil. İzmir’e geldikten sonra ne yapayım derken baktım ihtiyaç var, restoran açmaya karar verdim.
>> Bu konuda birinden yardım aldınız mı?
>> Benim çok yakın bir arkadaşım, çok başarılı bir şef ve restoran sahibi olan Mehmet Gürs. Önce bu fikri ona danıştım, beni çok cesaretlendirdi. Daha sonra yine onun restoranlarında hızlandırılmış ama çok sıkı eğitim aldım. Num Num zincirinden başlayarak hem mutfağı hem de servisi öğrendim. Sonrasında da Mehmet’in ofisinde satın almasından maliyet analizlerine kadar iyi bir eğitimden geçtim. Benim kendi başıma düşe kalka ve senelere yayarak öğrenebileceğim şeyleri çalışan bir sistemden öğrenerek çok ciddi zaman kazandığıma inanıyorum.