Günü kurtaran değil sürekliliği olan bağış projeleri olmalı

70’inci yılını kutlayan Özusta Mücevherat, ‘Eğitim Mücevherin Olsun’ diyerek, güçlü ve çağdaş İzmir kadınını simgeleyen ‘Kırlangıç’ kolyelerin gelirini bir yıl süreyle Ege Çağdaş Eğitim Vakfı’na (EÇEV) bağışlıyor.

Haberin Devamı

Projeye destek olan 17 kadın arasında ben de yer aldım. Şunu hemen eklemeliyim: İzmir’de daha yüzlerce başarılı ve örnek gösterilecek kadın var muhakkak. Ama sevgili Sinem Özusta’nın da söylediği gibi bir şekilde ulaşabildiği, bir araya geldiği kadınlarla gerçekleşti bu proje.
Bunları biliyorsunuz... Ben bilmediklerinizi, projenin kamera arkasını anlatmak istiyorum size...
Fotoğraflarımızı, ‘Hülya Avşar’ın fotoğrafçısı’ olarak ünlenen Zeynel Abidin Ağgül’ün çekeceği söylendi. Bunun için bir grup kadın İstanbul’a stüdyoya gidecektik. Fakat belirlediğimiz hafta sonunda fırtına olacağı hatta bir gün öncesinde haber bültenlerinde, ‘Yarın evinizden çıkmayın’ uyarıları yapılmaya başlandı. Bunun üzerine Sinem Özusta’yı aradım. O  büyük bir soğukkanlılıkla, ‘Yok canım, ben araştırdım, abartıldığı gibi değil’ deyince bir de evhamlı durumuna düşüp karizmamın üzerine bir çizik attırdım.
Eğitim şehidi olacaktık!
Fakat ertesi sabah, yedi cesur ve gözüpek İzmirli kadın olarak bindiğimiz uçak, bulduğu her boşluğa düşüp çılgınlar gibi sarsılmaya başlayınca, ‘Biz herhalde eğitim gönüllüsü değil, eğitim şehitleri olacağız’ diye düşünmeye başladım. Katıldığı tıp kongreleri nedeniyle devamlı uzun uçuşlar yapan ve uçuş boyunca Sinem’in elini tutarak sakinleştirmeye çalışan Prof. Berrin Durmaz bile daha önce bu kadar sarsılmadığını söyledi.
Tam bu sırada imdadımıza, benim arkamda, sevgili Berkay Eskinazi’nin yanında oturan ve arkadaşını askerliğe uğurlama partisinde sabaha kadar içip uçağa binen genç yetişti. ‘Ben galiba çıkaracağım’ diyen genci sakinleştirmeye mi uğraşsak, yoksa olası bu durum sırasında nereye kaçacağımızı (malum bağlıyız, sarsıntıdan ayağa da kalkamıyoruz) mı hesaplasak bilemedik. Velhasıl, onunla uğraşırken bir baktık düşmeden, batmadan İstanbul’a inmişiz.
Zeynel Abidin’in stüdyosuna gittiğimizde bu kadar ünlü ile çalışıp bu kadar iyi işler çıkaran birinden beklenmeyecek tevazu ve kibarlıkta biriyle karşılaştık. Oldukça zor olan poz verme işini ondan aldığımız pozitif enerjiyle kotardık diyebilirim.
Zeynel Abidin’in kurt köpeği Maço’nun da eşlik ettiği çekimler tam gün sürdü. Yedi kadının, dış görünümün öne çıktığı bir çalışmada bu kadar uyumlu olması ve iyi anlaşmasının çok da rastlanır olmadığını söyleyen Zeynel Abidin, bunu İzmirli kadınların özgüvenine bağladı. E, haksız da sayılmaz hani...

 

Haberin Devamı

Bir ayda 11 bin liralık bağış

Haberin Devamı

Gelelim kampanyanın bugünkü durumuna... EÇEV Başkanı Okan Sezer’den aldığım bilgiye göre bağış miktarı bir ay itibariyle 11 bin TL’yi geçmiş. Herkes arada, bir yerlere bağış yapıyor, ama düşünsenize hangi vakfa bir yıl boyunca her ay böyle rakamlar bağışlanıyor. Bu açıdan bakıldığında yardım kampanyalarının bir günlük değil, aylık, yıllık gibi sürelere yayılması yararlılığını artırıyor. Bu çalışmanın, kurumsal bağış kampanyalarına örnek teşkil etmesi açısından da ayrı bir önemi var.
Sadece EÇEV değil, KİT-VAK, Zihinsel Engelliler, TÜRGÖK gibi birçok özel ve değerli vakıf var yardım bekleyen...

 

İzmir’e gelen yabancı öğrenciler

Geçenlerde, DHA’dan Mustafa Oğuz’un İzmirli ailelerin yanında konaklayan yabancı öğrenciler haberi bana İngiltere Bournemouth’daki eğitimim sırasında, yanlarında kaldığım İngiliz aileyi hatırlattı.
Belçika ve İrlanda asıllı karı-kocanın yanına ilk vardığımda ne kadar yaşlı olduklarını görünce, ‘Yoksa biz mi onlara bakacağız’ diye düşünmüştüm. Ama yanılmışım, bana ve yan odamda kalan Japon Keiko’ya son derece özenli baktılar, harika balık ve et yemekleri pişirdiler.
Ama alışkanlıkların farklılığı nedeniyle ilk vardığım gün aç kalmamı da unutamam. Uçaktan inip eve geldiğimde saat 6’yı biraz geçiyordu. Evin hanımı, ‘Birşey yemek ister misin’ deyince, nasıl olsa birazdan akşam yemeği yeriz, açgözlülük yapmayayım diye düşünerek aç olmama rağmen ‘Hayır’ dedim. Saat 8 oldu, 9 oldu akşam yemeğinden bahseden yok. Yanımda kraker bile olmadığından aç biilaç yatıp uyudum. Meğer akşam yemeğini 17.30’da yiyorlarmış, sonrasında bir puba gidip en fazla iki guiness (İngiliz birası) içiyorlarmış. Tabii ben bu düzene alışana kadar biraz zaman geçti ama her duruma karşı hazırlıklı olmayı da böylelikle öğrenmiş oldum. Ayrıca, İzmir’de kalan öğrencilerin böyle bir sorunla karşılaşmayacağına adım gibi eminim. Bizim ısrarcı misafirperverliğimiz ve birbirinden nefis Ege yemeklerimiz toku bile yedirir nasıl olsa...

Yazarın Tüm Yazıları