Paylaş
ŞAFAK Fişek’i İzmirli milli mankenimiz olarak tanıyoruz. 2 çocuklu ve evliyken başladığı mankenlik yaşamında büyük başarılara imza atmış, ülkemizi dünyanın birçok yerinde temsil etmiş. Fakat hayat onun için her zaman gül bahçesi olmamış. Bazen öyle büyük sorunlar yaşamış ki birçok güçlü erkeğin bile katlanamayacağı durumlardan bir kadın olarak vakur ve metanetle çıkmış. Esaret altında geçirilen günler gibi...
Epsilon Yayınevi’nden çıkan ‘Elveda Sonbahar’ adlı kitabında tüm yaşadıklarını, hatta kimselerin bilmediği ve öğrenemeyeceği detayları bile açık yüreklilikle anlatan Şafak Fişek’in kitabını kah gözlerim dolarak, kah keyiflenerek, ama hep boğazımda bir yumruyla okudum. Okurken sadece cesaret ve samimiyetine değil, neşeyi ve acıyı, yani hayatı böyle güzel anlatabilmesine hayran oldum. Umarım yazmaya devam eder...
BİR SARAYLAR, BİR ESARET... HAYATIM BÜYÜK İNİŞ ÇIKIŞLARLA DOLU
- Yaşadıklarınızı yazmaya ne zaman karar verdiniz.?
- Galiba onları yaşarken karar vermiştim. Yaşadıklarımın sıra dışı olduğunu hep hissediyordum. “Bu gerçek olamaz roman gibi” dediğimi anımsıyorum.
- Gerçekten de roman gibi. Hayatınızın aşırı inişli çıkışlı seyri sizi nasıl bir kadın yaptı?
- İşte gördüğünüz gibi bir kadın yaptı... Asla köşesine çekilip oturmayı tercih etmeyen, üreten, bildiklerini aktaran, paylaşan ve hatta bu yaşta ilk kitabını yazan bir kadın yaptı. Aynı zamanda hoşgörülü, mücadeleci ve sevecen...
TORUNLARIM İÇİN YAZIYORDUM, KİTAP OLDU
- Yazdıklarınızın kitap olması nasıl gerçekleşti?
- Önce torunlarımın hayatımı öğrenmelerini ve ders çıkarmalarını istedim. Yaşları çok küçüktü ve henüz anlatamazdım. İleride okumaları için yazmaya karar verdim. Yazdıkça “neden sadece onlar” diye düşünmeye başladım ve yazdım, yazdım. Tüm içtenliğimle ve açıklıkla. Her şeyi, hiç çekinmeden. Ara ara zorlandım yazarken. Çünkü bütün hayatımı tekrar yaşıyordum sanki. Zor bir süreçti. Kitap olarak çıkarmayı düşününce bitirdiğim yazılarımı tekrar baştan ele aldım ve bir yıl daha üzerinde uğraştım. Sonunda Epsilon Yayınevi’ne yazdıklarımı yolladım. Okuyunca hemen beni İstanbul’a çağırdılar. Ve işte şimdi raflarda... Mis gibi kağıdını koklayarak keyfini çıkarmak istiyorum artık.
- Hayatınız boyunca geçtiğiniz bu kadar zor dönemeçleri nasıl aştınız?
- Hayatın her zaman iyi ve olumlu taraflarını görme ve bundan mutlu olabilme gibi bir özelliğim var. Buna binlerce defa şükrediyorum. Hep umut ettim ve tutunacağım bir şeyler buldum. Bardağa dolu tarafından bakmaya çalıştım kısaca.
MANKENLİĞE İKİ ÇOCUKLU BİR ANNEYKEN BAŞLADIM, ÜLKEMİ TEMSİL ETTİM
- İki çocuklu bir anneyken milli manken olmanız çok sıra dışı bir olay. Bu nasıl gerçekleşti?
- Bir yardım defilesi niyetiyle başlayıp sonra milli bir göreve dönüşen bir olaydı. O dönem için gerçekten çok şaşırtıcı bir olaydı. 2 çocuklu bir anne olarak podyumda gezerken “bu kimin kızı” diye soranlar oluyormuş… Zuhal Yorgancıoğlu ve Olgunlaşma Enstitüsü ile yaptığım Türk kültürünü hem ülkede, hem de dünyada yansıttığımız defilelerde yer almak beni çok gururlandırdı. Şunu da söylemeliyim ki tüm bunlar o dönemde eşim Erdal’ın müthiş hoşgörüsü ve ileri görüşlülüğüyle gerçekleşebilmiştir.
- Sonrasında hayatınızda çok sıkıntılı bir dönem başlıyor. Hatta hiç olmamanız gereken bir yerde 2 ay geçirmek zorunda kalıyorsunuz. Ama metanetle atlatıyorsunuz.
- Sanırım benim böyle bir yapım var. Bulunduğum her ortama ve şarta zor da olsa uyum sağlıyorum ve bir şekilde üstesinden geliyorum. Gerçi bu gerçekten zor bir deneyimdi. Ama sanıyorum kendime ve her şeyin düze çıkacağına inancım tamdı ve bu her şeye katlanma gücü verdi.
HAYATTA HERKESİN BAŞINA HERŞEY GELEBİLİR, TIPKI BENİM GİBİ
- Özgürlüğünüzün kısıtlandığı 2 ay size ne öğretti?
- Başka hayatları öğrendim. Ne acılar olabileceğini bunların yanında benim sıkıntılarımın aslında küçük kaldığını gördüm. Belki bu da dayanma gücümü arttırdı. Daha güçlü ve daha hoşgörülü çıktım oradan. Ve şunu öğrendim hayatta herkesin başına her şey gelebilir.
- Bu yaşadıklarınızdan sonra eşiniz dostunuz çevrenizde değişiklikler oldu mu?
- Bu konuda çok şanslıydım, etrafımdakilerin pek çoğu gerçek dostlardı. Yani durum ve dış görünüşe bakmadan beni gerçekten iyi tanıyan insanlar dostumdu. Gerisi de beni hiçbir zaman çok ilgilendirmedi. Çocukluk yıllarımda babamdan duyduğum bir söz hala kulaklarımdadır. “Alem mi ne der? Ne derse boştur. Ya Rab, bu tabiatım ne hoştur…”
BU SADECE BENİM DEĞİL AİLEMİN DE HİKAYESİ
- Kitabı yazdıktan sonra ailenizden kimler okudu?
- Kızım Sonat bir kısmını okudu. Sonra etkilememek ve beni serbest bırakmak için devamını okumak istemedi… Oğlum ve kızımla ve tabii ki diğer aile fertlerimle yaşadık anlattıklarımı. Bu, hepimizin hikayesi. Hayatım boyunca özenle yetiştirdiğim çocuklarımın yaşadıklarımızdan etkilenmiş olması ihtimali beni hep çok üzdü. Bu romanı okurken tekrar yaşayacaklarını düşünmek de beni sarsıyor aslında ama her şeye rağmen yazmak istedim. Tamamını okuyan tek kişi ablam Meral Gürsoy’dur. O da hep yanımdaydı. Bu hikaye içinde hep hüzün yok. Mutluluk, neşe ve aşk da var elbette. Mutlu ve neşeli çekirdek aile, mesleki başarılarım ve büyük aşkım hepsi bu hikayede yer alıyor.
- Bu yaşadıklarınız içinde sizi en çok şaşırtan ne oldu?
- Bu kadar inişli çıkışlı bir hayatta nasıl da başım dönüp de düşmedim hep ona şaşarım.
DEĞİŞTİREBİLSEYDİM EŞİMİN ERKEN ÖLÜMÜNÜ DEĞİŞTİRMEK İSTERDİM
- Gerçek anlamda iyi günde, kötü günde bir evlilik yapmışsınız. Şimdiki evlilikler hakkında ne düşünüyorsunuz?
- Yalnız evlilikte değil, diğer ilişkilerde de iyi ve kötü günde birlikte olmak gerekir bana göre. Sadece karı koca ilişkisini kapsamıyor. Böyle değerlendirmek gerekiyor bence. Şimdiki diye bir şey yok. Evlilik ve karı-koca ilişkisi hep aynı. Erkek karısına gereken sevgi ve saygıyı veriyorsa, kadın sonsuza dek katlanır her türlü olumsuzluğa. Bu onun doğasında var. Hem anaç bir yapısı var, hem de güçlükler karşısında daha dirençli ve güçlü. Sevgi ve saygı göstermeyen erkeklere eskiden kadın ne olursa olsun katlanmak zorunda kalırdı zira ekonomik gücü yoktu. Oysa şimdi kadının sevgisizliğe, saygısızlığa katlanmasına gerek yok. Çalışıyor, para kazanıyor, toplum içinde bir yerlere geliyor. Sevgi ve saygı olmayan evlilikler bu nedenle kolayca bitiyor.
- Değiştirebileceğiniz bir şey olsaydı neyi değiştirmek isterdiniz.?
- Yaşadığım her şey bana bir şeyler kattı. Herkesin bir hikayesi olmalı. Şu anda bu anlamda anlatacağım hikâyelerle doluyum. Bu önemli bir zenginlik değil mi sizce? Ama bir gerçek var ki onu değiştirmek kimsenin elinden gelmiyor. Kocamın erken ölümünü değiştirmek mümkün olsaydı keşke.
KARANLIK GECELERİM PEMBE ŞAFAKLARLA SONA ERDİ
- Siz şimdi torunlarınıza nasıl nasihatler, tavsiyeler veriyorsunuz. Tabii sizi okuyan gençlere de…
- Bütün bu sorduklarınız kitapta var. Hem bir tavsiye olarak değil, sahiden yaşanmışlıklar olarak görünüyor. Hepsinin istedikleri tavsiyeleri bulacaklarına inanıyorum. Bu kitabı yazma nedenlerimden biri de bu zaten. Yıllar içinde eğitim verdiğim gençlere de önce ayakları üzerinde durmaları gerektiğini anlattım. Önce kendisine saygı duymasını ve özen göstermesini aşılamaya çalıştım. Sevginin pek çok güzellik ve başarıyı getireceğini öğrettim elimden geldiğince. Romanımın başında verdiği mesaj şöyle zaten: “Şunu unutmayın, karanlık geceler pembe şafaklarla sona erer…”
- Bütün bunlardan sonra hayat hakkında ne düşünüyorsunuz?
- Şartlar ne olursa olsun hayat yaşamaya değer. Sanırım bütün söylemek istediklerimi anlatan bir alıntıyla son vermeliyim. “Önündeki kapılar bir daha yüzüne kapanacak olursa, hayatının sona ermediğini düşün. Sona eren şey yalnızca hayatlarının birincisidir ve diğeri başlamak üzere sabırsızlanmaktadır. O zaman bir gemiye bin, seni bekleyen bir kent mutlaka vardır.” Amin Maalouf
Paylaş