Paylaş
ALİ ÖZGENTÜRK
ÇOCUKLUĞUM ÇIRAKLIKLARLA GEÇTİ
Bela Bartok hakkında bir film yapma fikri nasıl oluştu?
- Bela Bartok adını ilk 1950’de 5 yaşımdayken duymuştum. Dedem Adana’da biraz içki içip keyiflenince ‘Ben Bela Bartok’a türkü söylemiş adamım’ derdi. Hatta ben bu cümleyi filme isim koymak istemiştim. Çünkü dedesinin torununa anlattığı bir film olacaktı. Ama sonra filmi de değiştirdim.
Çocukluğunuz nasıl geçmişti?
Benim bütün çocukluğum çıraklıklarla geçti. Gazoz fabrikasında şişe temizleme çıraklığı, şarküteride kaşar peyniri kesme çıraklığı, berber çıraklığı ki babam berberdi, pamuk tarlasında pamuk toplama çıraklığı, gazete cilthanesinde çıraklık…
Peki o yıllarda sanatla bir ilginiz var mıydı?
11 yaşımda tiyatroya başlamıştım. O zaman Fikret Tartan, Adana Devlet Tiyatrosu’ndaydı. Hakan Tartan’ın babası benim ilk hocalarımdandır, büyük saygım var. Beni duygulandıran ise beni yetiştiren hocamın oğlu olan Konak Belediye Başkanı Hakan Tartan’ın, şimdi filmimin ilk gösterimini desteklemesi oldu.
9 YAŞIMDAN BERİ BELA BARTOK’UN PEŞİNDEYİM
Bela Bartok’a dönersek, film yapmanız nasıl gerçekleşti?
9 yaşımda Anadolu’nun en eski gazetelerinden olan Türk Sözü’nün cilthanesinde çalışıyordum. İlk gün gazetenin duvarında, siyah-beyaz bir fotoğrafta Yörük köylüleriyle yere oturmuş bir adam gördüm. Altında, “Bela Bartok Toros Dağları’nda yörük köylüleriyle” yazıyordu. Bu ikinci karşılaşmadan sonra bu adamın peşine düştüm.
Yani yıllardır bu hikayenin peşinde misiniz?
Araştırdıkça hayat hikayesi, üniversitede okudukları, besteleri her şey yer etmeye başladı. O zamandan bu adamın filmini yapmayı düşünmeye başladım. 70’lere kadar Devlet Tiyatroları, Arena, Ulvi Uraz, Haldun Dormen gibi birçok tiyatroda aktörlük ve yönetmenlik yaptım. 70’lerde sinema yapmaya karar verdiğimde ise ilk yazdığım senaryo bu filmin senaryosuydu..
Gerçekten mi?
Evet, ama o zaman filmin adını “Cebimde çok elma var” koymuştum. Çünkü bu cümle Macarca’da da Türkçe’de de aynı şekilde söyleniyor. Hikayeyi o zaman sosyalist olan Macaristan’a gönderdim. Onların kültür bakanlığına mektup yazdım ve ‘Ben bu projeye para arıyorum’ dedim hala yanıt gelmedi.
‘HAZIR PROJENİZ VAR MI’ DENİLİNCE ‘40 YILDIR BEKLEYEN VAR’ DEDİM
40 yıl geçmiş aradan…
Bu sürede senaryoyu 13 kere baştan yazdım, farklı yazarlarla çalıştım ama en sonunda tek başıma yazdığım bu senaryoyu çektim. Avrupa Kültür Başkenti projesi dahilinde ‘Sizin film çekmenizi istiyoruz, hazır projeniz var mı?’ denilince ‘40 yıldır hazır bir projem var’ dedim. Çünkü bütçesi çok yüksek olduğundan bir türlü finans kaynağı bulamıyordum.
Sinema böyle sabırla beklemek mi? Bazen 40 yıl…
Sabır. Altın arayıcıları gibi, 10 yıl bir yeri kazıp belki sonunda bir altın bulabilirsiniz.
Peki günümüzde birkaç ay içerisinde senaryo yazılıp, her şey ayarlanıp film çekiliyor. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Olabilir. Herkesin tarzı farklıdır. Hayatın hiçbir alanında tek bir şablon yok. Ne evlilikte, ne sinemacılıkta, ne ayakkabıcılıkta. Bir ülkenin sinemacılığında her türden film olmalı… Recep İvedik de olmalı, benimki de olmalı, diğeri de olmalı...
UDO KIER BÜYÜK SANATÇI, ÇOK ŞEY ÖĞRENDİM
Udo Kier Avrupa ve Amerika sinemasının önemli bir yıldızı.. O nasıl dahil oldu projeye?
Ben dünya pazarı açısından mutlaka bir yabancı oyuncu olsun istiyordum. William Hurt’ü düşündük ama bütçemiz yetmedi. Udo Kier’i de çok beğenirdim ama o da çok yüksekti. Fakat senaryoyu gönderdik, beğendi ve bütçesini düşürerek oynamayı kabul etti. Hatta bizim filmimize Kristen Dunst ile çektiği Lars Von Trier’in filminde oynadıktan sonra geldi.
Neler kattı filme?
Ben gerçekten sanatından büyük haz aldığım ve çok şey öğrendiğim bir oyuncuyla çalıştım. Çok iyi bir dostluk kurduk. Beni etkiledi ve onun için senaryoda Udo’nun katkısını artırmak için bazı şeyleri değiştirdim.
İZMİR KAPİTALİST SİSTEMİN HIRSLARI DIŞINDA KURTARILMIŞ BÖLGE
Filmi İzmir ve çevresinde çekmenizin özel bir anlamı var mı?
Var tabii. Aslında Bartok Adana’da bulunmuş. Ama İzmir benim için çok özel ve çok uygar bir şehir. Uygarlığı nasıl anladığınız önemli. İzmir’de biriktirilmiş hayat tarzının kapitalist sistemin hırslı, kanlı iştahının dışında bir lezzeti var. İnsanların rahatlığı, hayatın ve estetiğin değerlerine önem vermeleri, özgürlük ve demokrasi kavramı, aşk kavramı… Bence İzmir tüm bunların çok daha fazla hissedildiği bir şehir. Ege Bölgesi kurtarılmış bir bölge bence. Türkiye’nin birçok şeyi olumlu gidiyor olabilir ama karamsarlık eden iklimi de var ve bunu İzmir’de bu karamsarlığı hissetmiyorsunuz.
DOSTLUĞUN DAYANIŞMANIN VARLIĞINI GÖRÜYORSUNUZ
Yine burada çalışmayı düşünüyor musunuz?
Evet kesinlikle. Ama anlatmak için erken. Ama bakın, İzmir ve çevresinin tarihsel özellikleri de ayrı bir konu. Burada dostluğun ve dayanışmanın varlığını da görüyorsunuz. Biz de filmimizin çekimi sırasında Konak Belediyesi’nden gördük bunu.. Tabii bir de iklimi ve sinema için çok önemli olan iki özellik renk ve ışık. Buranın dağlarında, Karaburun’dan Seferihisar köylerine, İzmir’e kadar ışık ve renkler sinemacılar açısından çok uygun ve güzel.
AHMET MEKİN
KONUK OYUNCU OLDUĞUM FİLMLE EN İYİ OYUNCU SEÇİLDİM
‘Görünmeyen’ filminin kadrosuna nasıl dahil oldunuz?
Ali Özgentürk benim çok eski arkadaşımdır. Hatta Selvi Boylum Al Yazmalım’ın senaristi de odur. Onun projesi olunca tereddütsüz kabul ettim. Konuk oyuncu olarak rol aldım.
Konuk oyuncuyum diyorsunuz ama bu rolle ödül kazandınız..
Evet, İstanbul Kültür Festivali bu filmle bana en iyi erkek oyuncu ödülü verdi. Aslında konuk olarak oynadığım bir filmle bu ödülü kazanmam bana da sürpriz oldu. Filmin esas oğluna akıl veren, dağda yaşayan yalnız bir adamı oynadım.
Başka bir projede yer alıyor musunuz?
En son Tunç Okan’ın çektiği Fakir Baykurt’un “Kaplumbağalar” adlı filminde oynadım. Yazın 4 ay kadar Ankara Polatlı’da çalıştık. Doğrusu hayatımda çektiğim en zor filmlerden biriydi. Çünkü filmin ağırlığı benim oynadığım roldeydi. Dağın tepesinde bir köy kurdular. Oldukça zorluydu. Ama eski Yeşilçam terbiyemizle biz başladığımız işi mutlaka bitiririz ve her şeyi en iyi şekilde yaparız.
KÖYDE YAŞIYORUZ, HER İŞİ EGELİ OLAN EŞİM YAPIYOR
Artık şehirde değil de bir köyde yaşadığınız doğru mu?
Evet, Erdek’in bir köyünde. Ailem 400 yıllık İstanbulludur. Erdek’te yazlığımız vardı, eşim bir gün ‘Galiba biz artık bu şehirde yaşayamayacağız’ dedi ve 15 yıl önce oraya yerleştik. Hatta evin her işini biz yapıyoruz.
Nasıl?
Aslında ben sadece gazete ve ekmek alırım gerisini eşim yapar. Odun kırmaktan, bahçe çapalamaya, kaloriferi yakmaya her işi yapar. Gerçi şimdi kolu rahatsızlandı ben de yapmaya başladım..
Aşk olsun Ahmet Bey, yapın tabii. Her işi eşinize yıkmışsınız.. Nasıl buldunuz böyle bir kadını?
Vallahi ben de bilmiyorum. Eşim Egelidir ve çok beceriklidir. Müthiş özverilidir. Bana hala bebek gibi bakıyor. Çocuklarımız da büyüdü biz her şeyimizi ikimiz yapıyoruz.
Paylaş