Paylaş
Kimselere hayranlığım olmamıştır. Hele pop ya da film yıldızları, sporcular, yazarlar. Takdir eder, beğenirim, ama kimseye karşı aşırı bir ilgim olduğunu, aman imza alayım ya da fotoğraf çektireyim dediğimi hatırlamıyorum. Ta ki geçen haftaya kadar...
İstanbul seyahatimden İzmir’e dönmek üzere havaalanında bir hareketlilik oldu. Arkama baktığımda eşofmanlı bir grup genç adamın alana girdiğini gördüm. Galatasaray forması olduğunu görünce ilgilenmeye başladım, çünkü oğlum tıpkı babası gibi, hatta ondan da koyu bir Galatasaray hayranı. İlk anda uzun boylu olduklarını görüp acaba basketbol takımı mı diye düşünüp, dizilip onlara bakan güvenlik görevlilerine ‘Pardon bunlar basketbolcu mu, futbolcu mu?’ diye sordum. Futbolcu olduklarını öğrenince ben de dikildim güvenlikçilerin yanına. Malum hiçbirini tanımıyorum bu futbolcuların, ama Arda’dan devamlı duyduğumdan adlarını biliyorum.
‘Bu kim, Elmander hangisi, Burak Yılmaz var mı? Selçuk İnan şu mu?’ diye diye baydım güvenlik görevlilerini. Bu arada etraftakiler yakaladıkları futbolcularla fotoğraf çekilmek için sıraya girmeye başladılar. Biran eğer ben de 1-2 tanesiyle fotoğraf çekilebilirsem Arda’nın gözünde nasıl bir süper anne konumuna gelebileceğimi düşündüm. Öyle ya bana sürekli ‘Ya anne, sen herkesle röportaj yapıyorsun bir Galatasarayla yapmıyorsun’ diye sitem ediyor. İşte fırsat, röportaj olmasa da iki kare fotoğrafla oğlanın gözüne girebilirim.
O an karizma, havalı görüntü, köşe yazarı v.s. uçtu gitti; kendimi futbolcuların peşinde fotoğraf çektirmeye çalışırken buldum. Yakaladığım bir tanesiyle fotoğraf çektirdim sonra ‘Teşekkürler de siz kimdiniz?’ deyince şaşırdı garibim. Hamit’miş, e ne yapayım kendim için çektirmiyorum ki, tanıyayım... Sonra Selçuk İnan, Melo bir de Sabri.. Gerçi Arda, ‘ya anne Sabri’yle de mi çektirdin’ dedi nedense, ama olsun diğerleri beni bayağı bir havalı konuma getirdi oğlumun gözünde.
Yerime oturduktan sonra etrafa korkarak bakındım, inşallah bir tanıdık yoktur diye. Malum oğlumun gözüne gireyim derken birilerinin de gözünden düşmek istemem, ama ne yaparsınız? Annelik işte böyle bir şey, insanı rezil de ediyor, vezir de...
Anne-baba olmak öğrenilen bir beceridir
Ne annelik ne de babalık için bir eğitim alıyoruz. İçgüdülerimizle ve anne-babamızdan gördüklerimizi uygulayarak ya da asla uygulamayarak yetiştirmeye çalışıyoruz çocuklarımızı. Aslında dünyadaki en önemli iş bir insanı yetiştirmek değil mi? Öyle olmasına rağmen maalesef en hafife alınan iş de bu. Oysa keşke anne-baba olmanın bir okulu olsa... Pozitif Manevra Bireysel
Danışmanlık ve Koçluk Merkezi kurucuları psikologlar Manolya Özek ve Pınar Özgüner de böyle düşünerek anne-babalara yönelik ‘Benim Küçük Meleğim’ adlı bir eğitime başladılar. Gerçi geçen ay eğitimlerin ilki gerçekleşti, fakat alınan tepkiler ve istekler bu eğitimin tekrarlayacağını gösteriyor. Anne- baba olmak öğrenilen bir beceridir diyen eğitim programını www.pozitifmanevra.com.tr den takip edebilirsiniz.
Paylaş