Paylaş
Uzun bir süredir çok silik bir şekilde zihnimde ikinci üniversite eğitimi alsam mı diye düşünceler gidip geliyor. Sohbet sırasında bu düşüncemi yine dile getirdim;
Ben : “Sınava girip psikoloji okuyacağım”
Kardeşim : “Abla, sen yapamazsın psikolojiyi”
Ben : “Neden?”
Kardeşim : “Arkadaşım stajını ...................hastanesinde yaptı, elektroşok falan veriyorlarmış bazen. Sen kıyamazsın insanlara, “duruuun, bunu onlara yapamazsınız” diye yıkarsın ortalığı hatta “yanlarında yer açın ben de onlarla burada kalacağım” dersin dedi. (gülüştük)
Ben : Doğru, içim el vermez kıyamam ben.
Bu kısacık dialog beni mutlu ettiği kadar düşündürdü de... Mutlu etti çünkü; hakkımda böyle söylenebiliyorsa ben dışarıdan merhametli bir insan olarak algılanıyorum demektir. Bu kendi adıma sevindirici.
Merhametli; söylemesi bile insana huzur veren sıcacık bir kelime.
Peki, ben ne yaptım da insanlar ben kendimi anlatmadan beni bu iç ısıtan kelime ile tanımlıyordu? Birileri beni bu kelime ile tanımlayabilirken diğerleri için neden bu yumoş hissi veren kelimeyi kullanamıyorlardı ya da kullanamıyordum?
Sakın yanlış anlamayın beni, amacım asla burada kendimi övmek değil. Övgü karşısında egomu şişirip koltuk altlarımı kabartmak yerine utanan biriyim ben.
Peki, ya diğerleri?
KENDİMİZİ BİR HALT SANIYORUZ! AMA DEĞİLİZ!
Belki bu yazımı okuyan egosunun esiri olmuş insanlar bu düşüncemle ilgili bana tepki verecek ama varsın olsun... Bana göre iş adamı ile çöpçü diye etiketlediğimiz kişilerin birbirinden farkı yok. Sadece hepimizin yaptığı meslekler farklı. Hepimiz yaptığımız meslek çerçevesinde hayatlar kuruyoruz, çevre ediniyoruz, ortamlara giriyoruz. Bu birbirimizi farklı görüp birbirimize farklı davranmamızı gerektirmiyor. Ama modern çağımızın modern çağdaş insanı bazılarımızı cahil, köylü, varoş vb. şekilde etkiletleyip ötekileştiriyor. Çünkü sahip olduğu diplomalarla, oturduğu koltukla, kartvizitiyle, yaşadığı daireyle, kullandığı arabayla, giydiği kıyafetle kendini bir halt sanıyor.
Böyle materyalist yaşamla bir şey olduğunu sanıp insan ayrıştıranlar; belki de en cahil olanlar sizlersiniz, ne dersiniz?
İnsani değerlerini kaybetmiş, ego ve materyalizmin esiri olmuş biri bana göre okumamış, köylü vb. diye etiketlenenlerden çok daha cahildir.
BEN İÇİMDE NEYİN ÇÖZÜMSÜZLÜĞÜNÜ YAŞIYORUM?
Zamane insanlarımızın bencilleştiğinden, acımasızlaşıp vicdansızlaştığından yakınıyoruz ya hep, bunun en büyük nedeni empati eksikliğimiz ile birlikte kişilere yüzeysel bakmamız, durumları yüzeysel değerlendirmemiz.
Seminerlerlerimde sıklıkla verdiğim bir örnek vardır çünkü bunu hemen hemen hepimiz her gün yaşıyoruz, bizzat kendimiz yaşamasak bile şahit oluruz.
Trafikte aracınla giden biri elini kolunu sallayıp sesini yükseltmeye başladığında biz de hemen aynı şekilde tepki vermeye hazırız.
Yüzeysel bakıyoruz dedim, sadece o an ki tepkilere bakıp o tepkilere neden olan şeyi sorgulamıyoruz.
Size karşı kaba davranan insanların inanın sizinle kişisel bir sorunu yok, en temele bakarsak bu dünyada hiç kimsenin kimseyle bir sorunu yok aslında. Tepkisel davranışlar kişilerin kendi iç dünyasında yine kendisiyle yaşadığı çatışmanın, kendisinin yaptığı seçimlerin dışa yansıması aslında.
Trafik örneğime dönersem, bize el kol sallayıp bağırıp çağıran hatta küfür eden insanlara “acaba kendi içinde neyin çözümsüzlüğünü yaşıyor” diye sormayı başarabilsek bizim verdiğimiz tepki çok daha farklı olur.
Bu tabii ki sadece karşımızdaki için geçerli değil, kendimiz içinde geçerli. Kendinizi öfkeli, kaba vb. davranırken bulursanız aynı soruyu siz de kendinize sorun;
“Ben içimde neyin çözümsüzlüğü – çatışmasını yaşıyorum?”
EMPATİ YOKSUNUYUZ – SAMİMİ DEĞİLİZ!
Üç yaşımda doktor hatası nedeniyle geçirmiş olduğum RA – Romatoid Artrit rahatsızlığım yüzünden çocukluğum, ergenliğim kısaca ömrüm hastanelerde geçti ve her üç ayda bir rutin kontrollerim nedeniyle o ortama girmek zorundayım. Bu yaşanmışlığım, hastane ortamlarında bulunmam benim empati yeteneğimi fazla geliştirdi. İnsanların hayatlarına, acılarına, çaresizliklerine, imkansızlıklar içinde yaşama tutunma çabalarına yakından şahit oluyorum. Kimse hastane ortamında bulunmak istemez ama ben mutluyum. Neden mi? Her ne kadar kişisel gelişimci olsam da insanım, benim de zaman zaman egolarım devreye girebiliyor ve ben her üç ayda bir o ortamda bulunarak bir şeyleri hatırlıyorum; “İnsan” denilen şeyin gerçekte ne olduğunu hatırlıyorum, yaşamı hatırlıyorum, empati yapmayı hatırlıyorum, şükretmeyi hatırlıyorum, yardımlaşmayı hatırlıyorum.
Bunları sözde değil, kalpten yapmayı o ortamda öğrendim ben.
Tabii ki bunları öğrenmek için illa bir rahatsızlığınız olsun ve o ortamlara girin demiyorum. Allah korusun, kimsenin sağlığına birşeycik olmasın ama ayda bir kez olsun o ortamlara ziyaret amaçlı gidemez mi insan diye düşünmeden de edemiyorum.
Bir – iki minik hediye alıp yaşlıları ziyaret etmek çok mu zor? Ayda bir bile olsa...
Kanserle mücadele eden çocuklarımız var, sokakta yatan evsizlerimiz dolu. Ayda sadece bir günümüzü bile olsa ayırıp onları sevindirmek çok mu zor?
Dışarı çıkamayan bir engelli kardeşimize bir günümüzü ayırıp onunla o günü paylaşmak çok mu zor? Ayda bir kez bile olsa...
EVET, ZOR.
Ben, ne zaman “hadi gel, şunu ziyaret edelim” dediğim de “Ayyy, ben dayanamam” cevabını alıyorsam evet gerçekten zor.
Kalbin görmeye dayanamıyorsa aklının söyledikleri bana samimi gelmez. Bazı durumlar vardır ki kalbi hareket etmen gerekir. Kalpte samimiyet yoksa kelimeler göz boyamaktan başka bir şey değildir.
Sevgilerimle
Ayça Akın
www.aycaakin.com
www.facebook.com/aycaakinofficial
www.twitter.com/aycakn
www.instagram.com/aycakn
Paylaş