KENTLİ yaşama ilişkin onlarca kural, gösterge var.
Bir kentin sadece fiziki yapısı değil, insanlarına dair de bir çok gösterge bulunuyor.
Dolmuş ve taksi şoförlerinden, polisine, kamu hizmeti veren personelden aynı sokakları paylaştığımız yüzbinlerce insana kadar hepimiz bu şehrin sosyal düzeyinden sorumluyuz.
Ankara, ağırlıklı olarak memur ve öğrenci şehri olduğundan entelektüel seviyesi ve görgü düzeyi yüksek, sosyal ilişkileri güçlü bir kent olarak bilinir.
En azından bilinirdi.
Son zamanlarda bu konuda bir erozyon yaşandığı söylenebilir.
Mesela sinemalar. Amerikan tarzı sinema izleme alışkanlığı nedeniyle sinemaya gitmeyen arkadaşlarım var. Nedeni mi? Onlarca kişinin hep bir ağızdan yedikleri patlamış mısır.
Mesela trafik. Araç öncelikli hale getirilip, şerit üstüne şerit eklendikten sonra süratın saatte 50 km ile sınırlandığı hilkat garibesi trafikten söz ediyorum. Herkesi canavarlaştıran trafikten.
Mesela yürüyen merdivenler.
Başkent, Türkiye’de yürüyen merdivenle ilk tanışan illerin başında geliyor. Kimisi Anafartalar Çarşısı’nda, kimisi ise Melih Gökçek’in verdiği sözleri tutmadığının en belirgin simgesi olarak önümüzde duran, otopark haline getirilmiş Modern Çarşı’da ilk yürüyen merdivenin kurulduğunu söylüyor.
Nerede olduğundan daha önemlisi şu anda üst geçitlerde bile kullanılan yürüyen merdivenlerde görgü kurallarının Ankara’ya uğramamış olması.
İstanbul’a gittiğinizde bu merdivenlerde bekleyen insanların sağda durduklarını, hızla ilerlemek isteyenler için sol kanadın boş bırakıldığını görüyorsunuz. Oysa Ankara’da hiç kimsenin bu nezaketten haberi yok.
Bir kentteki görgü düzeyi, şüphesiz bir çok bileşenden oluşuyor. Örneğin o kentte sanata, kültüre verilen ya da verilmeyen önemden.
Çok değil nisan ayında bu köşede şöyle yazmıştım:
"Bugün Konur-Karanfil Sokak bölgesi artık, ucuz don, toka, kemer işporta tezgahlarının krallık bölgesiyse...
Bugün bir tek Dost Kitabevi kaldıysa, layıkınca ayakta duran...
Sakarya’nın hali ortadaysa ve esnafı ayağa kalkmak için bile biraraya gelemiyorsa...
Herkes alsın takkesini önüne, bir zahmet düşünüversin."
Çankaya Belediyesi, Sakarya Caddesi ile ilgili önemli adımlar atmaya başladı. Heykel sempozyumu düzenledi.
Bir semtin, sokağın dokusu işte ancak böyle değişebilir. Sanatçıları, aydınları, kente dair derdi olanları o bölgeye çekecek etkinliklerle.
Umarım belediye bu çabalarını arttırarak sürdürür.
Ve umarım biz Ankaralılar, merdivenlerdeki görgüsüzlüğümüzü aşabiliriz.
Açgözlü özgürlük
İRAN’da kızılca kıyamet koptu.
O başkentte yaşanan tedirgin, çekingen, hızlı bir "devrimsi" telaş.
Bir medeniyetin başkenti kanlı günler soluyor(du) düne kadar.
Televizyondaki yorumlardan birinde şöyle deniyordu:
"İran’ın istediği, birazcık özgürlük."
Bilmem o dogmatik yapıda farkındalar mıdır ama özgürlüğün birazı olmaz.
Özgürlük bütün bir ruhtur ve meydan okur.
Nasıl ki aşkın "birazı" olmazsa; ruhunun solduğu güne kadarsa aşk, özgürlük de öyledir.
Nasıl ki biraz ölüm olmazsa, ölmek ölmekse, tümüyle ölmekse, özgürlük de tümüyle özgürlüktür.
Nasıl ki yürümezse arkadaşlık, koşarak yol alıp uçurumların kenarında gezerse, özgürlük de öyle tehlikelidir, koşar adım ilerlemelidir.
Duydunuz mu hiç ağır aksak bir özgürlük?
Diğerlerinin aksine, özgürlüğün tamahkarlığı mubahtır. Gözü doymamalıdır özgürlüğün.
Özgürlük tüm tanım ve kelimelerden varestedir.
Tek başına soluklanır, tüm coğrafyalarda, toprakların üzerinden esmelidir.
Binlerce cümledir, herkes payına düşeni alır.
Yazarına isyan eden bir yazıdır belki.
Ve özgürlük hem yalnız gezer, tekinsizdir, hem de açgözlü.