Onlara temiz su bize belirsizlik

KIRIKKALE Belediyesi, Kızılırmak suyu nedeniyle yıllardır süre gelen içme suyu sorununu kurduğu yeni arıtma tesisiyle aşıyor.

Ankara da, her ne kadar mevcut suyla paçallansa da Kırıkkale’nin yıllardır "içemediği" suyu tüketiyor bir süredir. Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek, uzunca bir süredir Kırıkkale’nin bu suyu içtiğini iddia ediyordu. Kırıkkale’ye yapılan yeni arıtma tesisiyle birlikte ortaya çıkan iki ihtimal var.

Ya Gökçek Kırıkkale’de suyun içilip içilmediği konusunda "yanlış" bilgiye sahipti. Dolayısıyla aylardır herkese karşı bu "yanlış" bilgiyi savunuyordu.

Ya da Kırıkkale Belediye Başkanı Veli Korkmaz, 25 milyon dolarlık gereksiz bir yatırım yaparak kamu kaynaklarını israf ediyor, lüzumsuz yere harcıyor.

Ama şunu söylemek gerek ki, Korkmaz’ın ili için gereken bir yatırım yaptığını herkes ifade ediyor. Korkmaz, hemşehrilerine şöyle müjde veriyor:

"Kızılırmak’tan alınan ham su içmeye müsait olmadığı için Reverse Ozmos denilen bu sistemi büyük bir araştırmanın ardından hayata geçirmeye çalıştık. Türkiye’de en kaliteli suyu, iddia ediyoruz bu tesis sayesinde Kırıkkale halkı içecek. Böylece halkımız su kesintisinden kurtulup, bu ay içinde sağlıklı suyu içiyor olmanın mutluluğunu yaşayacak."

Ortaya çıkan tablo şu:

Kırıkkale sağlıklı suyun mutluluğunu yaşayacak, Başkent Ankara ise su konusunda, belirsizliklerin getirdiği tedirginlikleri.

Kazalar olmadan

DSİ’nin eski Genel Müdürlerinden Mümtaz Turfan, geçen hafta bir televizyon kanalında Türkiye’nin girdabına sürüklendiği su sorunuyla ilgili görüşlerini açıkladı.

Türkiye’de kuraklık olmadığını söyleyen Turfan, ülkenin her yıl 500 milyar metreküp yağış aldığını, bunun 145 milyar metreküpünün ise kullanılabilir durumda olduğunu belirtiyor.

Turfan, Türkiye genelinde bu suyun sadece 5 milyar metreküpünün içme suyu olarak değerlendirildiğini ekliyor.

Yani toplam yağışın sadece yüzde 1’i değerlendirilebiliyor.

Bundan şüphesiz ulusal yönetimin yanısıra yerel yönetimler de sorumlu.

Ankara için Turfan, Gökçek’in Gerede suyunu getirmeyerek "yanlış yaptığını" belirtiyor.

Kızılırmak suyunun İvedik’te arıtılmasının mümkün olmadığını, diğer barajlarda da bu suyun paçallanacağı suyu bulmakta sıkıntı yaşanacağını söylüyor.

Turfan ayrıca yerel yönetimlerin baraj yapmaması gerektiğini savunuyor. DSİ’nin uzmanlık ve bilgi birikiminin yerel yönetimlerde olmasının mümkün olmadığına işaret ediyor.

Ve Turfan su projelerinin hızlı yapılmasının "marifet olmadığını" da anlatıyor. Nedenini de şöyle ekliyor:

"Hızlı giden bir arabaya benzer, kaza yaparsınız."

Kazalar olmadan, Turfan’ın eleştirileri dikkate alınmalı.

Biz dikkate alıyoruz.

Utançla uyanırım

KİMİ günler utançla uyanırım.

Yüzyıllardan gelen, insanoğlunun genetik kodlarındaki utançla.

Çünkü bu dünyayı inşa eden, imparatorluklar kurup yıkan, buluşlarla hayatı kolaylaştıran, tıp bilimini ilerleterek yaşamı uzatan insanoğlu...

Vazgeçmedi öldürmekten, utancı taşımaya razı.

Habil ve Kabil’den bu yana, kanla, gözyaşıyla, utançla büyüttük yaşamlarımızı.

Kimi sabahlar utançla uyanırım.

15 yıl önce, 3 Temmuz sabahında olduğu gibi. Gece uyunabildiyse eğer.

"İrtica"yı o gün tanımadık elbet. Biz Menemen’den bu yana onun değişik yüzlerini okumuştuk. Oruç tutmayan bir gencin öldürülüşünde de, Şeyh Sait’in ayaklanmasında da...

Ama 2 Temmuz 1993’te, bizim kuşağımız, ilk kez bu kadar ensesinde hissetti nefesini yobazın.

33 aydının, sanatçının, şairin, edebiyatçının, gencin... 33 insanın...

Bir cumhuriyet kentinde, cumhurbaşkanının, başbakanın, yardımcısının, bakanların, valinin, askerin, polisin gözü önünde yakılabildiğini öğrendik. Deseler inanmazdık ama demediler yaktılar.

Küpesinden tanıdılar

Bundan 10 yıl önce, Sivas ayaklanmasının beşinci yıldönümünde Madımak’ın ateşinde can veren 22 ve 20 yaşındaki Huriye ve Yeşim Özkan kardeşler ile 18 yaşındaki Nurcan Şahin’in anneleri ve 19 ile 16 yaşındaki Yasemin ile Asuman’ın babası Ahmet Sivri ile ropörtaj yapmıştım.

Nurcan, Sivas’a gitmeden önce annesine kulağına taktığı küpeyi göstererek, "Anne ben kaybolursam bununla bulursunuz" demişti. Gerçekten de olayların ardından babası morgta yatan kızının küpesini görmüştü önce.

Münire Özkan, Huriye ve Yeşim’in annesi, çocukları doğduğunda üç günlükken Anıtkabir’e götürüp, kundağıyla yatırdığını anlatıyordu.

Ve her üç ebeveyn de cumhuriyete sahip çıkıyor, şeriatın ateşini anlatıyordu. Bu vatanın, hepimizin olduğunu hatırlatıyorlardı:

"Hiç bir zaman Türkiye bizim demesinler. Bu ülke hepimizin, hepimiz beraber yaşayacağız, birbirimizin bazı şeylerini hoş karşılayacağız. Hiç bir zaman birbirimize barbarlık yapmayacağız. Bayrak benim dedemin kanıyla yoğurulmuş. Sen neysen, ben de aynıyım."

Belgesel tiyatro

Genco Erkal 15.yıldönümünde tiyatro sahnesine taşıdı bu vahşeti.

Ama kandırmadan, yeni bir kurgu yaratmadan, ajite etmeden...

Sadece anlatarak. Yenidan anlamamızı sağlamak için.

Genco usta, Ankara’da da buluştu izleyiciyle.

Gelecek yıl da buluşacak.

İzlemeyenlerin izlemesi gereken bir oyun.

Unutmamak için.

Ve utanmak için.

Çünkü bizleri de, varlığımızı da utanma duygumuz ayakta tutacak.

Ve fark etmezsek eğer, bu unutmalar yok edecek.

Kötü bir tiyatro

HER yıl kötü bir tiyatro sahneleniyor yurdun dört bir yanında.

Bütün Milli Eğitim Bakanları açıklamalar yapıyorlar:

"Okullara kayıt parası alınmayacak. Alanlar hakkında işlem yapılacak."

Ve her yıl bütün okullar kayıt için para alıyor velilerden.

Müdür ne yapsın? Devlet para vermiyor.

Veliler ne yapsın? Para almıyorum diyen devlet, parasız kayıt yapmıyor.

Devlet anayasayı değiştirip paralı desin de...

En azından herkes yalan söylemekten kurtulsun.
Yazarın Tüm Yazıları