Kat yerleri hırpalanmış ipek bir mendil Ankara

GÜN gelir söyleyecek sözünüz kalmaz bir şehre.

Bir süredir “sanki yataktan yanlışlıkla kalkıyor” gibisinizdir.
Adalet Ağaoğlu’na bu sözleri yazdıran hikayedeki gibi “Gün Üç Dakika”dır belki.
Unutmamak için o kelimeyi, ardına nişadır sürülmüş gibi koşarken, gelir karşınıza bir hayal, baş koyar size.
O anda en klişe, en klasik, klasikliğine inat en sıradan aforizma kitabı dayanır size, kalakalırsınız.
İşte o gün söylediğiniz “çok şükür”ler, işte o gün sıraladığınız “Allah korusun”lar...
Bana değmeden “evimin duvarlarının arasına sığınayım”lar...
İşte tam da o gün ofsayta düşer.
Ve tabi ki siz düştüğünüzü bile bile yan hakeme elinizi kolunu kaldırırsınız.
Siz sınırlarınızı merak ederken yaratıcılığınızın, bir şehir, bir sima, bir rüzgar tutar sizi kolunuzdan savurur o bildik mahalleye.
Güzeldir elbet o mahalle ama taşlarla örülüdür, siz bambaşka bir hayal biçmişsiniz ya kendinize, o taşlar kocaman olur büyür, gönlünüze, yüreğinize oturur.
Nasıl aşk illa ki değilse bir insana, aidiyet de bir o kadar yetimdir.
Arasanız da melodilerin hüzünlü hecelerinde bir çıkış, bilmelisiniz ki tek yapmanız gereken sokağa çıkmaktır, adı konulmamış yasağına inat.
Herkese inat, aynı şarkıyı onlarca kez dinleyerek, adımlarınız zihninizle inatlaşırken, hani, diliniz zihninizle, zihniniz yüreğinizle, yüreğiniz ayaklarınızla yarışırken koşamamak gibi.
Kötü bir rüyadan düşer gibi.
“Sanki” denilmeyen bir hayatı özleyip, “keşke” demekten bihaber, pişman olmadan güneşe doğru dört nala koşarken...
Hani sevdiğinize Gül Bahçesi’ni göstermeyi es geçer gibi.
Sırasız, kuralsız, koşulsuz, hepsinden azade sıfatsız yaşar gibi.
Hiç kimseden hatta hiçbir şehirden korkmadan adım adım, kulaç kulaç, mısra mısra ilerlerken...
İşte o gün şehir mi sizi kusuyor, yoksa siz mi şehri, bilinmeyen bir bulmacaya dönüşür.
Ve siz eski şehri özlersiniz.
Ayşegül Çelik, “Kadın Öykülerinde Ankara” kitabında “Ankara’nın genç bir başkente benzediği zamanlar”ı anlatıyor.
Ama ne güzel anlatıyor.
Çelik’in Fener Alayı öyküsünde kimler yok ki?
Sabiş, Tandoğan Meydanı’ndaki su perileri, kentini seven bir Postacı, Nurseven, Yenimahalle’nin yuva kavunu, İclal, sahibinden çok gezen 44 numara kahverengi bir çift pabuç, Gültekin ve Aşk...
Çelik’in kalemi, “Elektrikli testerenin, çelik baltaların icadından habersiz, kent ortasında büyüyüvermiş bir ağaç kadar rahat.”
Ve Ankara da artık o hikayedeki kentini seven bir Postacı gibi:
“Kat yerleri hırpalanmış ipek bir mendil gibi duruyordu koltukta.”
Efnan Dervişoğlu’nun hazırladığı “Kadın Öykülerinde Ankara” kitabında 22 öykü yer alıyor. Nazlı Eray’dan, Adalet Ağaoğlu’na, Füruzan’dan, Sevgi Soysal’a, Yaşar Seyman’dan Erendiz Atasü’ye, 22 kadının hikayesi...
Sel Yayıncılık’tan çıktı.
Ankara’yı özleyenler için.
Yazarın Tüm Yazıları