Kalp ağrıları kenti Ankara

HERKESİN başına gelmiştir. Göğsünüzün üstüne bir ağırlık konulmuş gibi hissedersiniz.

Sol kolunuzdan sinir uçlarına kadar yayılan bir elektrik geçer.

Derin bir nefes almak istersiniz. Başaramazsınız.

Bir kabus, bir karabasan çöker üstünüze.

Uyandığınızda bile hissedersiniz o ağrıyı.

İşte Ankara, artık bu kalp ağrılarının şehri.

Trafiğe ilaç olacağına çözümsüzlüğü arttıran, burnunuzun direğini kıran tünelleri, alt geçitleriyle...

Hiç bitmeyen, 15 yıldır sözlerle, vaatlerle geçiştirilen metrosuyla...

Kayıp meydanları, bu meydanlardaki kayıp heykelleriyle...

Hiç bir perspektif sunmayan, planlı bir biçimde kurgulanmayan, kentsel değil rantsal gelişime dayalı bir kalp ağrısı kenti Ankara.

Ankara Hürriyet’in geride bıraktığımız 40 günlük gazetelerini tarayınca daha net bir tablo beliriyor önümüzde.

Manşetler ardı ardına sıralanıyor.

SU SIKINTISINDAN ANKARA ÇAYI’NA

Kırıkkale’ye yapılan yeni arıtma sistemi, Ankara’nın eski ilçesine Başkent’ten daha kaliteli içme suyu vaat ediyor.

Yedi milyon YTL’den fazla paranın harcandığı öne sürülen bir kavşak sistemi, plansızlık, hesapsızlık, öngörüsüzlük nedeniyle dünyanın belki de ilk "kiralık yolu"na dönüşüyor.

Ata’nın sadece Ankaralılara değil tüm Türkiye’ye emanet bıraktığı çiftliğin arazileri parça parça yok ediliyor.

Başkent’e sadece 75 kilometre uzaktaki bir ilçesi kerbela gibi su sıkıntısı çekiyor.

Kentin su kaynakları, dereleri ağır atıklarla kirletiliyor. Başkent’in adını taşıyan Ankara Çayı, kokusu ve pisliğiyle kimseyi yanına yaklaştırmıyor.

ANAVATAN Genel Merkezi’ni "Özal’ın anısına saygı göstermek için" yıktırmayan kent yöneticileri, aynı özeni heykellere, sanata, tarihi dokuya göstermiyor.

HALKI PANİĞE SEVK ETMEK

Bütün bu sorunlar içerisinde birden bir damacana suyu tartışması başlıyor. Suların sağlıksızlığı üzerine iddialar atılıyor ortaya. Üstelik hiç bir bilimsel veri, belge olmadan. Nihayet sonunda bu iddiaları en yetkili kurum, Sağlık Bakanlığı yalanlıyor.

Ankara Hürriyet’in valiliğin bir yazısını, "tarafsız, yargı içermeyen, kamuoyuna bilgilendirici" biçimde üstelik suyun kalitesiyle ilgili tek bir kelime bile yazmadan duyurmasını, "halkı paniğe sevk edecek" sözleriyle niteliyor kent yönetimi.

Ama aynı yönetim nedense damacana sularıyla ilgili kendi açıklamalarının halkı nasıl da yok yere "paniğe sevk ettiğini" görmezden geliyorlar.

Nalıncı keseri gibi her durumu, her tartışmayı kendinize yontacaksınız, "Benim ODTÜ’lü öğretim görevlileri ile hiçbir sorunum yok" deyip, hemen ardından da ODTÜ’lü bilirkişileri eleştireceksiniz. Kim bu bilirkişiler? ODTÜ’lü öğretim görevlileri.

Hemen her gün yaşıyoruz bu sorunları. Ve her biri bir külçe gibi çöküyor göğsümüzün üstüne.

ART ARDA İKİ SİLUET

Tüm Ankaralılar, CEPA Alışveriş Merkezi’nin yemek katına çıkıp, terastan bu şehrin güneyine doğru bakmalı.

Önde yemyeşil bir örtüyle ODTÜ arazisini, hemen arkasında ise üst üste binmiş apartmanları, yüksek katlı binaları, beton barikatlarıyla Dikmen sırtlarını görecekler.

Yeşil alan ODTÜ yönetiminin, diğeri kent yönetiminin eseri.

İki siluet gayet açıklayıcı aslında.

Bu tablo bile yeşil kuşaktan yol geçirmek isteyenlerin sözlerini ağır ağır çöktürüyor göğsünüzün üstüne.

Tıpkı artık Ankara’nın yaptığı gibi.
Yazarın Tüm Yazıları