YILLARDIR, en derinde hissettiğim ve dilimden de düşürmediğim bir söz var:
"Ankara, iki oda bir salon."
Şimdiye kadar hiç bunun aksi bir durumla karşılaşmadım.
2 Nisan günü, sabah güne bilgisayarımdaki tatsız notla başladım.
Çankaya Belediyesi’nden Şebnem Erol yazmıştı:
"Ateş günaydın. Kötü bir haberim var, maalesef Davran’ı kaybettik."
Bir kalp krizine yenik düşmüştü genç heykeltraş.
Davran Erdayı ile sadece bir kez karşılaşmış ama sıkça telefonda konuşmuştuk.
Geçen yılki Ankara Hürriyet Genç Nota Liseler Arası Müzik Yarışması’nın hemen öncesindeydi. Yarışma sonucunda kazananlara verilen ödül heykelciğini tasarladı Davran.
O dönemde hergün defalarca telefonlaşıyorduk.
Keyifli bir çalışmaydı. Tasarım çok güzel olmuştu.
Sonrasında bir kez de bir konuda akıl danışmak için aramıştım aylar sonra.
Ardından bir daha görüşemedik Davran’la.
Davran’ı kaybettiğimizin sonrasındaki günlerde aslında onunla geçmişte hep aynı adreslerde dolaştığımızı, birbirimize teğet geçtiğimizi gördüm.
O kadar çok ortak arkadaşımızın onu anan elektronik postası, notu, fotoğrafıyla karşılaştım ki, yine "Ankara iki oda bir salon" sözünü hatırladım. Ve de Murathan Mungan’ın "Yalnız Bir Opera"sındaki takvim tutmazlığını...
Üstelik bu arkadaşlar sadece "tanıdık" değildi, bazıları çocukluktan beri beraber yol aldığımız kişilerdi.
Davran’ın heykeltraş kimliğinin yanısıra, iyi bir müzisyen olduğunu da, bu kentte müzikle bu kadar ilgilenen bir kişi olmama rağmen ancak onun ardından öğrenmiştim. Utandım.
Bugün onlarca genç müzisyenin evinde onun tasarladığı küçük ödül heykelciği duruyor en önemli köşede. Üstelik müzisyen bir heykeltraşın imzasıyla...
Eminim iki hafta sonra düzenlenecek yeni Genç Nota yarışmasında da unutulmayacak bu çok yönlü sanatçı.
Son iki haftadır herşey Davran ile o kadar yollarımı kesiştirdi ki...
Fotoğraflardaki notlara bakıyorum.
Hepimizin ortak adresleri.
Uzun yıllar boyunca bu iki oda bir salon kentte Davran’la birbirimize "teğet" geçmiş, geçen yıla kadar tanışamamıştık.
Davran’ın ardından, onu tanıdığını o anda öğrendiğim arkadaşım Serap Gülay ve Simla Ergüven’in da bulunduğu bir dost sohbeti sırasında Sema Özçer’le Ankara, yazı serüveni ve edebiyat üzerine söyleştiğimiz keyifli bir akşam geçirmiştik.
Sema Özçer ile o sohbet sırasında, Ankara’da "teğet geçtiklerimiz, ıskaladıklarımız"dan söz etmiştik.
İstanbulluların İstiklal’de, biz Ankaralılar’ın ise Tunalı’da başımızı kaldırmadan, çevremizi algılamadan yürüdüğümüzden, içinde bulunduğumuz, devindiğimiz, yoğrulduğumuz, büyüdüğümüz sokakları ıskaladığımızdan, bu topraklarda kaybolduğumuzdan dem vurmuştuk.
Bu kadar bizim olan bu şehirde, ne kadar çok şeyi teğet geçtiğimizi bir kaç dakika da olsa düşünsek keşke.
Seveninin çok olduğunu çok iyi anladığım ve sadece benim değil bir çok Ankaralı’nın da "çok geç kaldığına" inandığım bu sanatçıyı anmayı "teğet" geçmek istemedim. Ve bir borç bildim Ankara Hürriyet adına teşekkür etmeyi.
Fikret Kızılok’un o sade ve duru ezgisi eşliğinde henüz 40’ına varmadan kalbine yenik düşen Davran için mırıldandım:
"Kalbim, dayanmak artık kolay değil, bırakacak gibisin yarı yolda."