ODTÜ Rektörü Ural Akbulut’un, Ankara’ya, Kızılırmak suyu ve mahkeme tarafından iptal edilen amblemine ilişkin sert açıklamalarını okudunuz. Akbulut ayrıca kent gündemini uzun süredir işgal eden ambleme ilişkin soruları da yanıtladı.
Akbulut, aslında bir çok Ankaralı’nın da duygularına tercüman oldu.
Gerçekten de.
Düşünün bir. Mahkemenin iptal ettiği Atakuleli, minareli amblemi Gökçek dışında beğenen, savunan tek bir kişiyi gördünüz mü?
Başta Kültür Bakanı Ertuğrul Günay olmak üzere Gökçek’in mensubu olduğu partinin bakanları bile o amblemin estetik olmadığı, Ankara’yı temsil etmediği ve çok daha önemlisi Başkent’e yakışmadığı konusunda görüş birliği içindeler. Hiçbir sivil toplum örgütü, dernek, oda ya da devlete bağlı bir kurum bu amblemi savunmadı. Mahkemenin iptal kararının ardından Gökçek’in dışında bu kararı eleştiren, bu karardan üzüntü duyan kimseyi gördünüz mü?
Akbulut’un açıklamalarında önemli bir cümle vardı:
Böylesi önemli konularda yöneticilerin kendi fikirleriyle hareket etme hakkı yoktur."
Aslında bu durum Gökçek’in yönetim anlayışıyla ilgili bir durum.
Bu kentteki estetik anlayışını ele alalım. Başkent’teki estetik anlayışına ilişkin net bir şey söylenebilir mi? Kullanılan kent mobilyalarında bir estetik kaygı görüyor musunuz?
Geniş yollarda son dönemde kullanılan ve insanın üstüne üstüne gelen aydınlatma direklerini düşünün.
Ya da Kızılay meydanında, kırmızı, mavi, yeşil ışıklarla yanan garip, çirkin düzenlemeye bakın.
Kent estetiğini bozan en önemli etkenlerin başında, sanat ve estetik alanında Gökçek’in kendi fikirlerini toplumun genel beğenisi olarak dayatması geliyor.
Gökçek’in diktiği heykellerin sadece fincan, çaydanlık, keçi gibi figürler olduğunu da unutmuyoruz.
Bir kaç yıl önce bir Suudi Arabistan gezisinde ilginç bir durumla karşılaşmıştım.
Arabistan’ın Cidde şehri altyapı ve yerleşim bakımından çok gelişmiş bir kent.
Orada beni en çok şaşırtan ise, geniş bulvarların arasındaki refüjlere dikilen heykellerdi.
Belli aralıklarla devasa kerpeten, çekiç, mala gibi inşaata ilişkin heykeller görüyordunuz.
İslamiyet’in katı yorumlanışında yaratmak sadece Allah’a mahsus olduğu için resim ve heykel sanatı bu topraklarda pek gelişmemişti. Arabistan’daki alet edavat heykellerinin de bu nedenle yapıldığı söyleniyordu. Çünkü bu aletlerin hepsi zaten insan tarafından üretilmişti. Yani tanrının alanına girilmiyordu.
Heykelin anavatanı Anadolu olmasına rağmen, bu topraklarda da zaman zaman bu tür eğilimlerle karşılaşıldığını biliyoruz.
Bunun sadece dinsel boyutu olmadığını da fark etmeliyiz. Bu aynı zamanda ideolojik bir duruşun sonucu.
Artık Ankara’da her fincan, çaydanlık heykeli gördüğümde kendimi Arabistan’ı düşünmekten alamıyorum.
Zihinde değişen dizeler
BAŞKENT’te ulusal siyasetin dışında yerel gündeme ilişkin de onlarca soru, sorun var.
Başkent’i hangi amblem temsil eder?
Belediye Meclisi’ndeki "kahvehane" argosu...
Gerçekten de Melih Gökçek Eymir Gölü’nü ele geçirmeye mi çalışıyor?
Arsenikli su, sülfatlı su, ishal eden su...
Bütün bu tartışmaların dışına kendinizi atabilmişken.
Başkent’te bizlere ne kadar da uzak duran denize uzanmış, kendinizi vapurlara yüklemişken...
Bir akşam güneşinin eşliğinde Üsküdar’dan Beşiktaş’a geçiyorsunuz.