Paylaş
Osman Hamdi Bey’in pek kıymetli bu tablosunun son yarım yüzyıldaki hikayesi, kendisi gibi çarpıcıdır.
Tablonun öyküsünü anlatmak için önce geçen yüzyılın başına, Birkök Ailesi’nin geçmişine gitmek gerekiyor.
Saim Birkök, Ünyeli, varlıklı bir ailenin ilk çocuğu olarak 1895’te geldi dünyaya. Daha sonra üç kardeşi daha oldu. Zengin bir armatör ve sanatseverdi. Kardeşlerden birinin kısa evliliği dışında hiçbiri evlenmedi.
Saim Bey, 1. Dünya Savaşı’nda yaralanınca Kayseri’de hastanede tedavi gördü. Burada tanıştığı Şakir ismindeki askerle çok yakın dost oldu.
ADAŞI YÜZÜNDEN HAYATTAN BEZDİ
Taburcu olup İstanbul’a döndükten yıllar sonra, Şakir Bey, doğan oğluna hastanedeki dostunun, Saim’in adını koydu.
Saim Birkök, arkadaşının kendisiyle aynı adı taşıyan oğluna kol kanat gerdi, manevi babalığını üstlendi.
İTÜ’de inşaat mühendisliği okuyan adaşının İsviçre’de de eğitim almasını sağladı.
Ülkeye dönünce de cebine sermayesini koyup, kendi işini kurmasına ön ayak oldu.
Ancak manevi oğlu genç Saim Gökdoğan, eğlenceye ve kumara düşkündü. Sermayeyi kısa sürede batırdı.
Saim Bey, bir kez daha elinden tuttu adaşının.
Yeni sermaye ile yeni bir iş kuruldu. Saim Bey de bu işe kefil oldu.
Ancak manevi oğlu ikinci şansını da iyi kullanamadı, bu işi de yürütemedi. Kefalet nedeniyle borcu Saim Bey ödedi.
Saim Birkök, yine de sahip çıktı manevi oğluna.
Ama kurulan üçüncü işi de batırınca borç yine Saim Bey’e kaldı.
Bu sefer, borcun ödenmesi için bir gayrimenkul satıldı.
ŞANTAJ YAPMASA BÖYLE OLMAZDI
Bütün bu batık işlerin ardından, 3 Haziran 1966 günü, Saim Bey ile manevi oğlu Fener’deki tersanede buluştu.
Borçlardan, batırdığı sermayelerden, serseriliklerinden bunaldığı için “Artık sana beş kuruş bile vermem” dedi.
Sesler yükseldi, tansiyon arttı.
Tartışmanın doruk noktasında,
Saim Gökdoğan, hâlâ ne olduğu bilinmeyen öyle bir laf etti ki...
Saim Birkök, çekmecesindeki silahını çıkardı, manevi oğluna tek el ateş etti.
Sonra da yanında çalışanlara, “Bu serseriyi hemen hastaneye yetiştirin, ölmesin” dedi. Ama çok geçti, Saim Gökdoğan yolda öldü.
Ertesi günkü Hürriyet’te cinayetin haberi vardı. Bu haberde Hürriyet muhabirine konuşan Saim Birkök, “Kader insana nasıl bir oyun, nasıl bir son hazırlıyor kimse kestiremiyor” dedikten sonra yaşananları şöyle anlatıyordu:
“Bugüne kadar çok büyük ihalelere girdi. Başka biri olsa idi kazandıkları ile milyoner olurdu. Bir kadınla evlendi, sonra kadını boşadı. Bir başkasının karısını ayarttı, onunla evlendi, onu da boşadı. Bu kadından bir çocuğu oldu. Bankalar son günlerde protestolarını arttırdılar. Şantaj yapmasa yine de kendisini vurmayacaktım.”
O MÜHÜR SADECE BİR KEZ AÇILDI
Saim Birkök cinayetin ardından tutuklandı. Mahkeme Birkök’e bir vasi atadı.
Sahibi olduğu yerlerin bir kısmı istimlak edildi, bir kısmı haraç mezat satıldı. Birkök Ailesi’ne ait Şişli’deki Sarı Köşk de mühürlendi. Cinayetten bir süre sonra, Osman Hamdi Bey ile ilgili bir araştırma yapan Prof. Mustafa Cezar, Şişli’deki köşkte ünlü ressamın eserleri olduğunu öğrendi.
Ancak köşk mühürlüydü. İzin almak için gittiği hâkim, köşkün sahibinden onay alması gerektiğini söyledi. Cezar, Sultanahmet Cezaevi’nde tutuklu olan Birkök’ü ziyarete gitti. Konuyu anlattı, Birkök hemen izni verdi. Hâkim, zabıt kâtibi, avukat ve fotoğrafları çekecek gazeteci Hamit Kınaytürk ile birlikte köşkün yolunu tuttu Cezar. Mühür söküldü, yıllardır kapalı olan köşke girildi.
İçeride bir hazine vardı.
Biri Kaplumbağa Terbiyecisi olmak üzere beşi Osman Hamdi Bey’e ait, 200’den fazla Türk resmi vardı köşkte. Fotoğraflar çekildi, zabıtlar tutuldu, kapı tekrar mühürlendi. Köşk, 20 yıl sürecek karanlığa gömüldü.
20 YIL SONRA ÖZGÜRLÜĞÜNE KAVUŞTU
Saim Bey cezaevindeyken kansere yakalandı. Henüz ceza almadan tahliye oldu ve 1971’de kanser nedeniyle hayatını kaybetti.
Cinayetten 7 yıl önce, 1962 yılında bir vasiyet bırakmıştı. Bu vasiyete göre mal varlığı kurulacak vakfa bırakılacak, vakıf da bu parayı eğitime harcayacaktı.
Ancak ölümün ardından ortaya bir sürü varis çıktı.
Davalar uzadıkça uzadı, tam 19 sene sürdü.
Vakıf da ancak 20 yıl sonra kurulabildi.
Köşk yeniden açıldı. Tabloların bir kısmı kaybolmuştu. İşte Kaplumbağa Terbiyecisi de 20 yıl sonra böyle çıktı gün yüzüne.
Tablo, Birkökler Vakfı’na gelir sağlamak için, Saim Birkök’ün vasiyeti doğrultusunda 1990’daki müzayedede satışa çıkarıldı.
İşinsanı Erol Aksoy tabloyu satın aldı. Ancak 10 yıl sonra BDDK İktisat Bankası ile birlikte tabloya da el koydu.
Tablo yeniden satışa çıkacaktı. Kültür Bakanlığı, yurt dışına çıkmaması için satışı durdurdu. Kaplumbağa Terbiyecisi, ancak 2004’te müzayede ile yeniden satıldı ve Suna-İnan Kıraç koleksiyonuna katıldı.
Ve Pera Müzesi’ndeki yerini aldı. Bugün hâlâ orada sergileniyor.
Paylaş