Paylaş
1982 yılına kadar Türkiye’nin hiç kadın büyükelçisi olmamıştı.
Filiz Dinçmen, bu alandaki ilk kadın olarak tarihe geçti.
29 Nisan 1982’de bu önemli haberi ilk olarak Hürriyet duyurmuştu.
“İlk kez bir kadın büyükelçi atadık” başlıklı haberi yazan Yavuz Gökmen, Dışişleri Bakanı İlter Türkmen’i havaalanında yakalamıştı. Dinçmen’in atanmasını sordu. Aldığı yanıt şöyleydi:
“Aman. Sakın bunu yazmayınız. Dışişleri’nde bu konu çok önemlidir. Agreman gelmeden açıklanırsa, atayacağımız ülke ürkebilir ve agreman vermeyebilir.”
Diplomaside, elçinin atanmasından önce o ülkeden alınacak onaya agreman deniliyordu.
29 NİSAN 1982
Türkmen, ilk kadın büyükelçiyi doğruluyor ama hangi ülkeye atandığının yazılmasını istemiyordu.
LAHEY’E ATANDI
Çok geçmeden agreman geldi ve Dinçmen, Türkiye’nin Lahey Büyükelçisi olarak Hollanda’da göreve başladı. Bu gerçekten de Dışişleri’nde bir devrimdi.
Sedat Ergin’in yıllar sonra, 2019’da Hürriyet Pazar için hazırladığı “Dışişleri’nde gelecek kadınların” başlıklı yazısında Dinçmen önemli bir kilometre taşı olarak anılıyordu.
Bu habere göre 2019’da Türkiye’nin yurtdışında görev yapan 37 kadın büyükelçisi vardı.
Dinçmen, büyükelçi olarak ilk atandığı yıllarda, kadın diplomat sayısının artacağının aklından dahi geçmediğini anlatıyordu:
“O günkü koşullarda bugünkü noktaya erişebileceğimiz düşünülemezdi. Kuşkusuz çok heyecan verici ve ilerisi için çok umut verici bir durum.”
Dinçmen, Hollanda’da önemli bir rüzgar estirdi. Kraliçe Beatrix ile görüştü.
23 EKİM 1982
Ardından Hollanda Televizyonu hemen bir röportaj yaptı Dinçmen ile.
Büyükelçi, Türklerin sorunlarıyla ilgili Kraliçe ile ortak çalışma yapmayı kararlaştırdıklarını anlattı.
İlk kadın büyükelçimiz çok başarılı bir dönem geçirdi Hollanda’da.
Lahey’deki görevinin ardından Avrupa Konseyi Daimi Delegesi ve Dışişleri Sözcülüğü görevlerini yapacak, ardından ilk kadın müsteşar yardımcısı unvanını da kazanacaktı.
Vatikan Büyükelçiliği ile kariyerini noktalayan Dinçmen, kadınlara karşı keskin bir önyargının bulunduğu Hariciye’de cam tavanı kıran ilk kadındı.
SİLAHINI ÇEKİP EMNİYET MÜDÜRÜ’NE ‘GRAV GRAV’ DEDİ
UÇAK kaçırmaların moda olduğu yıllarda, 1969’da Sadi Toker isimli bir Hukuk Fakültesi öğrencisi, THY’nin İstanbul-Samsun uçağını Sofya’ya kaçırmıştı.
Elinde plastik oyuncak tabanca ve sustalı çakı vardı.
17 EYLÜL 1969
Toker’in hikâyesinin detayları da bundan sonra ortaya çıktı.
Akli dengesinin yerinde olmadığı belirtilen Toker, ilk olarak 1964’te tedavi gördü.
Hastaneden kaçıp Hilton Oteli’ne yerleşti. Zengin bir müşteri gibi davranıyordu. Günlerce otelde kaldıktan sonra gerçek ortaya çıktı, otelden atıldı.
21 EYLÜL 1969
Bundan sonra anlatacağım vukuatlarının arasında hep hastaneye yatırılıyordu... Ama sonrasında ya hastaneden kaçıyor ya da “Düzeldi” denilip taburcu ediliyordu.
Hilton’un ardından 1965’te otobüsle Edirne’ye gitti. Trene binip Yunanistan’a geçti.
Yunan topraklarındayken trenden atlayıp iltica etmeye çalıştı. Yolcular güç bela engelledi, polis yakalayıp, Türkiye’ye iade etti.
BABASI ÇARESİZDİ
23 Temmuz 1968’de bu kez turist olarak Rusya’ya gitti. Moskova’da otelde kavga çıkarınca tekrar Türkiye’ye iade edildi.
Babası Kemal Toker, emekli Emniyet Amiri’ydi. Oğlunun yaptıkları karşısında çaresizdi.
Yazının başında anlattığım uçak kaçırma olayının ardından Sadi Toker, bu kez Bulgaristan’dan Türkiye’ye iade edildi.
Oyuncak bir tabancayla uçak kaçırabildiği için günlerce manşetlerden inmedi.
Türkiye’ye getirildiğinde İstanbul Emniyet Müdürü Muzaffer Çağlar’ın odasında gazetecilerin karşısına çıkarıldı.
Yeni hedefinin “gemi kaçırmak” olduğunu söylüyordu. Silahı Karaköy Geçidi’nin altındaki oyuncakçıdan üç kuruş paraya almıştı.
O yıllarda çizgi romanlarda silah sesi “Grav grav” diye yazılırdı.
Gazetecilerin önünde bu oyuncak silahı eline alıp Emniyet Müdürü Çağlar’a doğrulttu ve “Grav, grav” diyerek ateş eder gibi yapıp kahkahayı bastı.
Ardından da Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’nin yolunu tuttu.
HUMEYNİ’DEN KAÇIP İLTİCA EDEN AT
SINIR kaçakçılığı, tarihin en eski mesleklerinden biridir. Sayısız edebi esere, filmlere konu olmuştur.
Ve sınırdan birçok ürün kaçırılmıştır.
Ama bunların arasında “bir şampiyon at” yoktur. 1982 yılına kadar...
Hikâye İran’daki İslam Devrimi döneminde başlıyor... Humeyni’nin, Şah Rıza Pehlevi’nin devrilmesinin ardından yönetimi ele geçirdiği yıllarda...
Şah yanlısı İranlı bir pilotun çok sevdiği bir atı vardı. Pilotla birlikte atı da hedefteydi. Pilot idam mangasından kurtulur kurtulmaz “Engel atlama şampiyonu” olan 3 milyon liralık atını ülkeden çıkarmayı kafasına koydu.
14 EKİM 1982
Güvendiği seyisini görevlendirdi. Şampiyon atı alan seyis, uzun ve maceralı bir yolculuğun ardından, dağları aşıp Kars-Ağrı bölgesinden İran-Türkiye sınırına ulaştı. Sınırı geçer geçmez de Türk muhafızlarına yakalandı.
Seyis gözaltına alındı. Bakım masraflarının karşılanması için de at satışa çıkarıldı. Bir köylü 300 bin lira ödeyerek satın aldı atı.
İranlı seyis bir aylık gözaltı süresi bitince Ankara’nın yolunu tuttu.
Şah Rıza Pehlevi’ye yakın Albay İltizami de devrimden kaçıp Türkiye’ye sığınmıştı. Seyis, İltizami’yi buldu, durumu anlattı. Albay ve seyis, hemen Kağızman’a gitti. Yarım milyon lira ödeyip şampiyonu köylüden satın aldılar.
Ankara’da Altıspor Kulübü’ne getirilen şampiyon, kulübün gözdesi oldu.
Ülkesinden kaçıp bir başka ülkeye iltica eden ilk at belki de oydu.
Paylaş