Yalnız yaşamaya başladıktan sonra, hep bir kedim olsun istedim ama kedi edinmek için de bir türlü cesaretimi toplayamadım.
Sadece zaman zaman ‘Ben bir kedi alacağım’ dedim, ama hep dediğimle kaldım, bu cesareti hiç gösteremedim. Belki de bendeki bu hayvan edinme merakı, sadece olması gerektiği içindi. Yani şunu demek istiyorum, hani öyledir ya, işiniz olur, iyi kötü paranız vardır, eviniz fena değildir, eh eğitiminiz de iyidir, şimdi ‘İstanbul entelektüel camiası’nda kabul görmek için yapılması gereken tek şey kalmıştır: Bir hayvan edinmek. Arkadaşlarınızla ettiğiniz sohbetlerde, konu bir şekilde dönüp dolaşıp, evcil hayvan mevzuuna gelir: ‘Sen ne besliyorsun?’
Ya da daha direkt bir soru: ‘Senin köpeğinin ismi ne?’
Yani köpeğin olduğuna karar vermiş de ismini merak ediyor...
Belki de bir kedi edinmek istememde bu duygu zaman zaman ön plana çıkmış olabilir, bilemiyorum. Hani ‘özgür ruhlu, sevecen, ayakları üstünde durabilen, hayvansever, çağdaş insan’ tanımlamasının içine girebilmek için istemişimdir belki de. ***
Hep derler ya, ‘Hayvan sevmeyen, insan sevmez’ diye, belki de bu korkutmuştur beni. Kim bilir? Çünkü ben öyle doğuştan hayvansever olanlardan değilim. Çocukken hiç hayvanım olmadı, ya da sokak kedilerini, köpeklerini de beslemedim. Ama eziyet de etmedim tabii ki. Hayvanlarla iyi ya da kötü bir ilişkim olmadı demek daha doğru olur sanırım.
Marmara Depremi’nden sonra uzunca bir süre sokaklarda, arabalarda ve arkadaşlarımın tek katlı, ‘depreme dayanıklı’ olduğunu düşündüğüm evlerinde yatıp kalktıktan sonra, nihayet yerleşik hayata geri dönme alıştırmaları yapıyorum. Bir yandan da bilimadamlarının evcil hayvanların depremi önceden haber verdikleri yolundaki konuşmalarına kulak kabartıp, ‘Ulan Armağan edinsen ya bir tane evcil hayvan’ diyorum kendi kendime. Ama deprem korkum bile bir kedi edinmemi sağlamıyor. O cesaret bir türlü gelmiyor üzerime. Sadece dilimde sürekli ‘Bir kedim olsun istiyorum’ cümlesi var. Ama icraat yok!
Bir gün işten eve dönüyorum, Müjdat Gezen Sanat Merkezi’nin önünde yolun yarısına kadar geçmiş, ama diğer yarısını geçemeyen bir kedi yavrusu duruyor. Trafik ışıkları kırmızı. Arabalar duruyor. Yavru kedi korku dolu gözlerle arabalara bakıyor, bir türlü karşıdan karşıya geçemiyor ve sürekli miyavlıyor. Tam hamle yapıyor, bir korna... Sonra bir daha hamle yapıyor, bir motor gürültüsü... Yok. Bir türlü beceremiyor. Ezilecek! Benim gözüm kedi yavrusunda. Bir bakıyorum, bir kaçırıyorum gözlerimi. Sürekli aklımdan geçen cümle şu, ‘İn al şu kedi yavrusunu işte’. İşte tam o anda bir kedim oldu. İndim ve arabaya aldım yavru kediyi.
Belki de bir hayvanla kurduğum ilk iletişim buydu. Ufacık bir kedi, insan tutmaya korkuyor, daha doğrusu ben korkuyorum, yanlış bir yerinden tutar canını acıtır mıyım diye. Aldım koydum arabaya. Önce bir tedirginlik geçirdi. Ama bu kez araba kullanmak ne mümkün. Fren ve debriyaj pedallarının arasına giriyor, ordan çıkıp kucağıma geliyor, kucağımdan torpido gözünün üzerinde zıplayıp oralarda dolanmaya başlıyor. Neyse güç bela eve vardık. (Nihayet, çoğul konuşabildim! Demek ki, hayvan sevgisi böyle bir şeymiş!)
Ama ben hayvan beslemek, ve evcil hayvan bakımı konusunda hemen hemen hiçbir şey bilmiyorum. Ne yapmalıyım şimdi?
Hemen arkadaşlarımı aradım, neler yapmam gerektiğini öğrendim. Eve bir arkadaşımı çağırdım. İlk sorun, ismi ne olacak? Allah’tan o kadar sorun olmadı, ben hemen ismini koydum: ‘Zeynep’
Zeynep’le geçirdiğim ilk gece tedirgin olmadım dersem yalan olur. Sanki üzerime atlayacak, yüzümü tırmalayacak falan gibi geliyor bana. Yatağın üzerine çıkıyor. Ayaklarımı yalıyor. Ben huzursuz oluyorum doğal olarak. Yavru kedi, enerji dolu ne de olsa. Bir oraya zıplıyor, bir bu tarafa zıplıyor. Bende uyku falan yok. Garip bir tedirginlik var içimde sadece!
Ertesi gün bütün gerekli alışverişleri yaptıktan sonra, yemeğini yedi mi, çişini yaptı mı gibi garip meraklarım baş göstermeye başladı. İkide bir gidip mama kabına bakıyorum yemeğini yemiş mi diye. Ve evde bırakıp işe geldim. İşte kaldığım sürece, sürekli aklım Zeynep’te. ‘Yalnız başına ne yapıyordur acaba’ diye. Ve birden fark ettim ki, akşam olsun da eve gideyim, Zeynep’i göreyim diye sabırsızlanıyorum. Özlüyorum Zeynep’i... Seviyorum Zeynep’i...
Tabii o zamanlar ki cehaletimle bir kedinin eğitilebileceğini sanıyordum. Ama şimdi öğrendim ki kediler bizi eğitiyorlar.
Artık hayatımın en önemli parçalarından bir tanesi Zeynep. Eve girdiğimde, kapının önüne sırtüstü yatıp ‘Benimle oynar mısın?’ demezse, ben televizyon seyrederken gelip, elime ufak ısırıklar kondurup ‘İlgilen benimle’ demezse, yemek yerken ayaklarıma sürtünüp ‘Ben de değişik bir şeyler yemek istiyorum, benim de canım var’ demezse, ben evdeki bilgisayarın başında otururken, tam ekranın önüne geçip kuyruğunu yukarıya dikerek bana bakıp ‘Sadece benimle ilgilen’ demezse, koltuğumun altına kafasını sokup beni koklamazsa, uyuyacağımı anlayıp benden önce yatağa gidip yatağın üzerine kurularak bana ‘Ben de varım, yalnız değilsin’ demezse, kendimi çok kötü hissederim.
Zeynep bana hayvan sevgisini öğretti. Zeynep bana karşılıksız sevgiyi öğretti.
***
Zeynep’le birlikte yaşamaya başladıktan sonra, hayatımdaki en kötü şey ne oldu biliyor musunuz? Tatile gitmek. Kediler mekanlara bağımlı hayvanlar. Tatile gittiğimde birkaç kez arkadaşlarıma bıraktım Zeynep’i. Ama huzursuz, tedirgin oldu. Onu rahat ettiği ve güvendiği bir mekandan, kendi keyfim için ayırıyor olmak bu kez de beni çok huzursuz etti. Artık tatile gitmek benim için en zor kararlardan bir tanesi. Sanırım ben her tatile gidişimde en çok annemle babam kızıyorlar bana. Çünkü, Zeynep rahat etsin diye, annemle babam benim evime geliyorlar.
Ortak yaşamın kuralları işte. Her halükarda zor! Ama Zeynep için değer...
NASIL BÜYÜDÜM
Ben büyürken Gelincik, Bahar, Yenice ve Harman sigaraları vardı.