Yeni geyik konumuz ‘Ünlüler Çiftliği’

Okulların açılması, biz televizyonculara başka bir şeyi daha anlatır: Televizyonda, yeni yayın döneminin başladığını.

Öğrenciler okula, bizler de hummalı bir çalışmaya başlarız. Her kanal, en iddialı olduğu yapımları birer birer ekrana sürmeye başlar. Bir televizyoncu olarak, işiniz sadece işyeri sınırlarında değildir. Eve gittiğinizde de televizyon seyretmek işinizin bir parçasıdır. Dizileri, stüdyo programlarını, çocuk, sabah, öğlen kuşaklarını, kısacası yayınlanan her şeyi seyretmekle yükümlüyüz. Bildiğiniz ağır işçilik yani!

Pazartesi gecesinden itibaren ben de ekran karşısında elimde uzaktan kumanda, zaplayıp duruyorum. Bir o kanal, bir bu kanal, yeni başlayan hiçbir şeyi kaçırmamak telaşındayım çünkü.

Oysa nasıl sinir olurum televizyon seyrederken sürekli kanal kanal gezen ve bir türlü bir kanala karar veremeyen insanlara! Alır eline uzaktan kumanda aletini, sürekli tık, tık, tık sesi kulağınızın dibinde, ne kendisi bir şey seyredebilir, ne de size seyrettirir. Mutlaka sizin çevrenizde de zappinge sevdalı insanlar vardır. Hani aynı anda iki farklı kanaldaki ana haber bültenini birden seyretmeye azimli, ama aslında bir tek ana haber bültenini bile seyredemeyen insanlar! Siz tam bir haberi dikkatle dinlerken, kulağınıza gelen bir çıt sesiyle televizyondaki kanal değişir ve bir spiker bambaşka bir haber okumaya başlar. Zappingciyi bu haber de kesmezse eğer, bu sefer haydi geldiğiniz kanala geri dönersiniz!

Bir arkadaşım elinde kumanda aletiyle televizyonun karşısına oturur ve birinci programdan başlayarak, yaklaşık elli kanalı tek tek birden elliye kadar gezer. Sonra elliden geriye, bire doğru gelir ve döner size sorar ‘Ne seyredelim?’ Siz izlemek istediğiniz kanalı ya da programı söylersiniz, o da büyük bir nezaket örneği göstererek o kanalı açar. Ama tek bir kanalda kalıp sadece o kanalı seyredebilme süresi, sadece üç-dört dakika ile sınırlıdır. Çünkü öteki kanallarda neler olduğu merakı onu o kadar huzursuz eder ki, dört dakika içinde hemen başka kanala geçiverir. Siz daha ‘Yahu dur seyrediyordum’ diyene kadar, kanal yeniden değişir bile!

Ben hemen hemen hiç zapping yapmayanlardanım. Ne seyredeceğime karar verir televizyonun karşısına oturur, seyredeceğim program bitene kadar da o kanalda kalırım. Yoksa bölük pörçük hiçbir şey anlamıyorum ben seyrettiğim şeyden!



* * *

Şu sıralar benim çevremde en çok ‘Ünlüler Çiftliği’ ve ‘Çemberinde Gül Oya’ konuşuluyor. Ünlüler Çiftliği geçen yılki Popstar furyasının yerini alacak gibi duruyor. Geçen yıl nasıl iki kişi yan yana gelince Popstar ‘geyiği’ yapmadan duramadıysak, bu yıl da ‘Ünlüler Çiftliği’ geyiği yapmadan duramayacağız sanırım.

Programın yapım ekibinde olmam sebebiyle sık sık Hereke’nin dağlarındaki çiftliğe gidiyorum. Yapım ekibinin çiftlikte yaşayan ünlülerle konuşması, onlara dış dünyadan haberler vermesi yasak. İlk gün çiftliğe gittiğimde kendimi televizyon seyreder gibi, ünlüleri seyrederken yakaladım! Baktım gözümü bile kırpmadan sanki film seyrediyormuşum gibi neler olduğunu seyrediyorum. Bütün merak duygularımı yenip, çiftlikten ayrılabildikten sonra, içimdeki merak duygusuna daha fazla dayanamayıp oradaki yapım ekibini yarım saatte bir telefonla arayarak, neler olduğunu sormaya başladım. ‘Seren Serengil ne yaptı? Yasemin Kozanoğlu bugün ne gibi bir özlü söz etti? Hakan Ural dayanabilecek mi? Harun Kolçak’ın durumu ne?’ gibi soruları arka arkaya soruyorum ama daha telefonu kapatır kapatmaz yine içimi ‘Neler oluyor orada’ merakı sarmıyor değil!

Sonra niye bu kadar ilgimi çektiğini düşündüm bu projenin. Yıllarca büyük bir keyifle, defalarca seyrettiğimiz ve seyretmekten hiç bıkmadığımız ‘Kezban Paris’te’, ‘Güllü’ gibi Türk filmlerinin tam da tersi yaşanıyor orada. Bu filmlerde köyden gelen bir kızın, büyük bir azimle ‘kentli’ bir kadına dönüşmesini seyrettik, şimdi ise yıllarca televizyonlarda, gazetelerde gördüğümüz neredeyse doğuştan ‘kentli(!)’ ünlülerimizin, ‘köylü’ye dönüşmesini seyrediyoruz. Üstelik orada yaşayan herkes hakkında iyi-kötü bir yargıya sahibiz. Bu da içimizdeki merak duygusunu daha da körükleyen bir durum tabii ki.

Neredeyse bir haftalık süreçte, beni en çok güldüren diyalog Yasemin Kozanoğlu ile Zeynep Özal arasında geçen ‘piknik tüp’ diyaloğu idi. Çayını ısıttıktan sonra tüpü söndüren Yasemin Kozanoğlu, Zeynep Özal’a dönerek sordu: ‘Zeynep, bu tüpü kapattım ama klik etmedi, kapanmış mıdır?’

Haydaaa! Yasemin hayatında hiç piknik tüp görmemiş olabilir mi? Ya da bugüne kadar hiç tüp görmemiş olabilir mi? İnanması zor ama sanırım görmemiş! Bir de Seda Üren’in sabah çiftçi uyandırdığındaki sorusunu unutmamak gerek; ‘Şimdi yüzümüzü mü yıkayacağız?’

Sanırım bu programla ilgili daha çok ‘geyik’ yapacağız.
Yazarın Tüm Yazıları