Bu sabah yataktan çok heyecanlı kalktım. Hem de çok. Hatta dün geceden başladım heyecanlanmaya. Çünkü bu gece sekiz aydır ilk kez kendime yapacak bir şey bulmam gerekiyor.
Canlı yayın yok! Karşımda şarkı söyleyen yarışmacı yok! Diğer jüri üyeleriyle ters düşme riski yok! (Niye risk olsun ki, hep oluyordu) Hayatımda bir boşluk hisseder miyim acaba? Jüri üyeliği bağımlılık yapan bir şey midir?
Bir yarışmanın daha sonuna geldik. On üç hafta boyunca şarkı sözlerini unutan, (hatta o kadar unutkan ki, yarışmanın birincisi seçildiği anda söylediği şarkının sözlerini bile unuttu), yüzünden on üç hafta hiçbir duygu ifadesi geçmeyen, üzül(e)meyen, sevin(e)meyen, kız(a)mayan, başı sıkıştıkça Karadeniz’lilerden oy almak için vira Karadeniz türküleri söyleyen bir popidolümüz oldu!
Geçen haftaki canlı yayında da bu konudaki fikirlerimi söyledim. Oy verenlerin yanlış bir oy verme sistemleri var. Jüri, ’Şarkının sözünü unuttun‘ dedi hadiii o adaya oy ver... Jüri, ‘Şişmansın senden popidol olmaz’ dedi, o zaman bu adaya oy ver. Peki sen bu oy verdiğin adayı, haftaya da dinlemek istiyor musun? Haftaya da bu adayı ekranda görmek istiyor musun? Ve en önemlisi, her hafta geçtikçe yanlışlarının düzeldiğini, yol kat ettiğini düşünüp oy verdiğin yarışmacıdan bir popidol olabileceğini düşünüyor musun? Hayır! Sadece tek bir şey düşünülüyor: ‘Jüri bu yarışmacıyı eziyor, ben de bu hadsiz jüriye haddini bildireyim, oy atayım bu yarışmacıya da görsün gününü’. Yani oyu yarışmacı değil, jüri alıyor aslında. Gördüğün yanlışları söylemek, oy alma sebebi oluyor. Yarışmacı bal gibi de şarkının sözlerini unutuyor, hem de her hafta, ben bunu söylüyorum (Sanki yalan?)... Haydaaa yağdır oyları, şarkı sözünü unutan yarışmacıya!
Siz mutlu oldunuz mu bu serinin finalinden? Finale kalan iki yarışmacı da, sizin popidol kriterlerinize uyuyor muydu? Açıkcası benim kriterlerime uymuyordu ikisi de. Ama şimdi Emrah’a ve Simge’ye oy verenlerin sorumluluğu çok daha büyük bence. Çünkü oy verenler onlara sahip çıkmak zorunda. Eğer bana ya da jüri üyelerinden herhangi birisine kızıp inanmadığınız birisine oy verdiyseniz eğer, bence ona yapılabilecek en kötü şeyi yaptınız. Müzik hayatları boyunca siz onların kasetlerini alın, konserlerine gidin diye, ben ya da başka jüri üyeleri eleştiri yapamazlar ki!
Bu serinin finali ile birlikte, benim de ‘bir televizyon programı içindeki’ ekran maceram da sona erdi. Üçüncü Türkstar yarışmasında jüri üyesi olarak yer almayacağım. Bence jüriye de taze kan gerekli.
Popstar ve Türkstar yarışmaları boyunca belki de bir daha hayatım boyunca elde edemeyeceğim bir ‘hayat deneyimi’ elde ettim. Seçmeler sırasında Türkiye’nin dört bir yanından gelmiş, birbirinden çok değişik hayatlar yaşayan, fikirleri farklı, hayat duruşları farklı binlerce insanla karşılaşıp, kısacık da olsa sohbet etme ve tanışma imkanı buldum. Hayatın neresinde olduğumu ya da olmadığımı anladım. Ben Türkiye’yi ve Türk insanını bu yarışmayla çok daha iyi tanıdım...
Bu yarışmalar sayesinde bir televizyoncu olarak popüler olmanın ne demek olduğunu, popüler insanın neler hissettiğini öğrendim. Televizyoncu olarak yaşanması çok güç, bir deneyim elde ettim.
Bana bu yarışmalar sırasında göstermiş olduğunuz ilgi ve sevgi için çok teşekkür ederim.
Her şey için sağolun...
NASIL BÜYÜDÜM
Ben büyürken, kolonya şişeleri bitince, doldurtulurdu.
POPÜLER KÜLTÜR MANTARI...
Geçen hafta oradan oraya gezmekten yorgun düşen popüler kültür mantarınız, bu hafta tembellik yaptı aslında. Mantar olmayı bu haftalık pek de hak etmedim doğrusu! Evvelki hafta o kadar gezentilik yaptığım için hala aynı romanı okuyorum mesela. Tembellikten değil vallahi, çok gezmekten (Tamam cezamı verin, tek ayak üzerinde sırtım okuyuculara dönük olarak kaç dakika dikilmem gerekiyorsa dikilirim. Söz!)
Geçtiğimiz hafta çarşamba akşamı, Harbiye Açık Hava Tiyatrosu’ndaki Sezen Aksu konserini izlemeye gittim (Konser izlemeye mi gidilir? Dinlemeye mi gidilir?) Konserin ilk yarısından çok keyif aldım. Hepimizin hayatında çok önemli yerler tutan klasikleşmiş Sezen Aksu şarkıları vardı ilk bölümün repertuarında...
Hala bıkmadan ve usanmadan Nazan Öncel dinliyor olmama rağmen, yeni bir gözdem daha var: Söz vermiş şarkılar cd’si. Sözlerini Murathan Mungan’ın yazdığı şarkıları çeşitli sanatçılar seslendirmişler. Nükhet Duru’nun ‘Aşk Yeniden’deki, Müslüm Gürses’in ‘Olmasa Mektubun’ şarkısındaki ve Ajda Pekkan’ın ‘Hançer’deki yorumlarını çok beğeniyorum...
Sigarayı bırakma çalışmalarım (!) devam ediyor. En azından günde üç paketten, on dört- on beş adete düşmüş durumdayım. Gelişmelerden sizleri de haberdar edeceğim, başarısız olsam bile... (Sinirli değilim, yani öyle bağırıp çağırmıyorum ama çok başım ağrıyor!)
Geçen hafta en güzel anlarımdan birisi, Eminönü’ndeki Hamdi Restorant’da kebap yemekti. Galata Köprüsü ve Eminönü’ne manzaralı terasta, dünyanın en lezzetli kebaplarını tatmanızı tavsiye ederim. Sakın rezervasyon yaptırmadan gitmeyin, yer bulmak zor çünkü.
Biliyorum sizi kesmedi bu haftaki mantarlığım, haklısınız beni de kesmedi. Ama söz bir dahaki hafta dersime daha çok çalışacağım...