Diyelim ki yaz tatiline gideceğim, bunun için yapmam gereken o kadar çok şey var ki anlatamam. Tatilde nereye gideceğimi düşünmeye kasım-aralık aylarında falan başlarım. Bir yer belirlendikten sonra, asıl sorun başlar zaten.
Benim gitmeyi istediğim ülkeye Türk Hava Yolları uçuyor mu, uçmuyor mu araştırmam gerekir. Eğer THY oraya uçmuyorsa, maalesef benim o ülkeyi görme hayalim de suya düşerdi eskiden... Çünkü ben uçağa binmekten acayip, ama acayip korkan birisiydim.
Türk olmaktan kaynaklı olduğunu sandığım ‘nerede olursam olayım ama ayaklarım yere bassın’ duygusunu içimden bir türlü atamadığım için, hep korktum uçağa binmekten. Ama uçaktan bu kadar korkmama rağmen, gezentilikten de geri kalmıyordum maaşallah.
* * *
‘Uçuş korkusu’ bende bir gece öncesinden başlıyordu. Ertesi gün uçağa bineceğim ya, nasıl huzursuz bir gün geçiriyorum anlatamam. İçim sıkılıyor, kalbim çarpıyor, yemek yiyemiyorum, gece uyuyamıyorum.
Anlayacağınız her türlü anksiyete belirtisini gösteriyordum Allah’ıma şükürler olsun ki! Uçuş sabahı yataktan kalkar kalkmaz, bir adet sakinleştiriciyi içtikten sonra, havaalanına doğru yola çıkıyorum ama içimde hep bir umut var, havalimanına gideceğim ve ‘Uçuş iptal edildi’ diyecekler diye. Sanki beni zorla yolluyorlarmış gibi.. Havalimanında ikinci sakinleştirici hapımı bu kez ‘Pasiflorayı’ su niyetine kullanıp içtikten sonra, bir kadeh şarabı da tüm bunların üzerine kafaya dikip, vücudumun her noktasının karıncalandığını hissederek uçağa binmek üzere o dar koridordan geçmeyi göze alabiliyordum.
Uçağa biner binmez, tabii ki koridor tarafından almış olduğum koltuğuma oturup, ilgimi mümkün olduğunca başka yerlere yöneltmeye çalışıyordum, ama ne fayda. Birden bire iki hostes uçağın başında ve ortasında, ellerinde bir takım alet ve edavatlarla belirip, hayatınızda görebileceğiniz en ruhsuz ve duygusuz yüz ifadeleri ile:
‘Kabin basıncı azaldığında, maskeleriniz tavandan şöyle düşecek, yok çocuklu yolcular önce kendilerine sonra çocuklarına maske taksınlar, işte acil çıkış kapısı tam şuralarda... Bilmem kaç tane var, can yelekleri şöyle kullanılır’ falan diye anlatmaya başlayınca, benim avuç içlerim başlıyor terlemeye. Ben dinlememeye çalışıyorum, hatta dinlememek için başka bir şeyler okumaya karar veriyorum ve ön koltuğun cebinden alelacele okunacak bir şey bulup elime alıyorum ki, o da ne! Okumak üzere elime aldığım kağıtta yazan şeyler şöyle : ‘Airbus 310 uçaklarının teknik özellikleri ve uçağın düşmesi durumunda can yeleklerini nasıl kullanacağınızı anlatan bir broşür.’
Eeee, bundan iyisi Şam’da kayısı!
Uçak kalkış pistine doğru ilerlemeye başlayınca benim artık sadece avuçlarım değil, her yerim terlemeye başlıyor. Pistin başından büyük bir gürültüyle kalkan uçakta o sırada duyduğum konuşmalar beni iyice gerip sinirlendirmeye yetiyor da artıyor bile:
‘Aaaa, bak Boğaz ne güzel gözüküyor...’
Allahım çok yükseliyoruz! Ayaklarım artık yere basmıyor duygusu, giderek içimde daha fazla güçleniyor. Ve ben uçağın tekerlekleri yerden kesilir kesilmez, hemen yanımdaki arkadaşıma dönüp o can alıcı sorumu soruyorum: ‘Kaç dakika kaldı?’
‘Yahu dur be adam, yeni kalktık daha’ demiyor tabii ama, suratıma anlamsız gözlerle bakabiliyor sadece ve ‘Çattık’ diye düşünüyor eminim.
Kemerlerinizi bağlayın ışığı söndükten hemen sonra, bu kez en metalik sesiyle başka bir hostes konuşmaya başlıyor: ‘Sayın yolcularımız, uçuş boyunca oturduğunuz sürece, kendi güvenliğiniz için lütfen kemerlerinizi bağlı tutunuz.’ İşte bu, bende filmi koparan son anonstan bir önceki anons oluyor. Yahu hiçbir anı güvenli değil mi bu yolculuğun?
Niye bindiriyorsunuz o zaman bizi buna? Niye? Bir de türbülansa girerse uçak, herhalde bana neler olduğunu tahmin edebiliyorsunuz. Ki türbülans anonsu bende uçağın kapılarını açıp kendimi dışarıya atma duygusu uyandırırdı eskiden.....
* * *
Uçağın ineceği anonsuyla beraber bende bir rahatlama durumu baş göstermekle beraber, bir uyku hali de beliriyor tabii ki. O kadar yatıştırıcı ilacı, pasiflorayı su niyetine kullanıp içersen olacağı bu tabii.
Eskiden gittiğim şehirlerin ilk günlerinde nereleri gördüğümü, ne yaptığımı hatırlamam ben. Uyur gezerdim çünkü. Nerede bir koltuk, bir köşe bulsam kafayı dayayıp uyuyordum...
İş için yapmam gereken bir Amerika seyahati sebebiyle uçuş korkum son buldu. Artık uçağa binmekten korkmuyorum. Ama uçuş korkumun olduğu zamanlardan kalma bir THY takıntısı kalmıştı bende. Nereye gidersem gideyim illa ki THY ile uçacaktım.
Ama son günlerde THY’nin durumunu gördükçe, okudukça ille de THY diye kendimi boşuna kastığımı anladım aslında. Bakımı yapılmayıp, içindeki yolcuların hayatının tehlikeye atıldığı, en az rötarın dört saat olduğu, uçağın içinde aktarma ile gelecek yolcular için diğer yolcuların, ‘teknik arıza’ sebebiyle üç saat bekletildiği ve uçuşlarının giderek ‘charter’ seferine dönüştürüldüğü bir hava yoluyla uçmakta diretmenin daha fazla anlamı yok sanırım. Oh be hiç olmazsa görmek isteyip de gidemediğim ülkeleri göreceğim.