Türkstar biter, Armağan köyüne döner

Geçen Cuma akşamı Türkstar yarışmasını seyrederken, aradaki reklamlarda televizyonda birden kendimi görünce çok garip şeyler hissettim.

Yok... Kendimi televizyonda görünce garipsemedim, Türkstar’dan başka bir yerde görünce garipsedim. Sanki ben televizyonda bir tek, Türkstar’da olabilirmişim gibi geldi. Ondan sonra oturdum sürekli reklamları seyredip, kendi reklamımı beklemeye başladım (görgüsüzüm birazcık sanırım). Bilenler bilirler, ben kendimi televizyonda seyretmekten haz etmiyorum. Nitekim reklamı seyrettikten sonra, kendimle ilgili yüz tane şey bulup, söylenmeye başladım. ‘Olmamış’ dedim. Bu kıyafet yakışmamış dedim. Elimi kötü kullanmışım dedim. Bir cümleyi yanlış vurgulamışım dedim. Daha bir sürü şey işte...

***

Bu reklam filmini çekerken, ilk kez oyunculuk yaptım. Benim jüri üyesi olduğum Türkstar’ı, aynı zamanda Genel Müdür Yardımcısı olduğum Med Yapım çektiği için orada prodüksiyonla ilgili işlerle de ilgileniyorum. Ama bir reklam filminde ilk kez, sadece oyuncu olarak sette bulundum. Çok farklı bir duyguymuş.

İki gün öncesinden filmin yapımcısı arayarak, kaçta nerede bulunmam gerektiğini söyledi. Daha sonra sanat yönetmeni arayarak, nerelerden giyindiğimi, hangi renkleri giymeyi tercih ettiğimi sordu. Nasıl kendimi özel hissetmeye başladım anlatamam. Neyse çekim günü geldi çattı, çekimin yapılacağı mekana gittim. Bütün ekip hazır. Herkes ‘Armağan bey hoş geldiniz’, ‘Armağan Bey bir şey içer misiniz?’ falan deyip duruyor. Bir prodüksiyonun içinde alışkın değilim ben böyle şeylere. Ben hep soran taraftayım. (Ve öyle de kalmak istiyorum!) Beni bir odaya aldılar bir sürü kıyafet, ‘Hangisini giymek istersiniz?’ dediler. Neredeyse hepsini denedim. Ve yönetmenle birlikte karar verdik. Ercan Bey hazır, Ahmet Bey hazır, Zerrin Hanım hazır, kısaca hepimiz hazırız. Bizi çekimin yapılacağı salona aldılar.

Ben de sanıyorum ki sadece dördümüz olacağız, çekim öyle yapılacak. Bir girdim salona, ben diyeyim 50, siz deyin 100 kişilik bir figürasyon var. Etrafımda şaryolar, ışıklar, koşuşturan setçiler, prodüksiyon asistanları. Kendimi garip hissettim. Ne oluyor ya dedim? Ben kimim? Burası neresi?

***

Elimizde bize günler önceden verilen 1.5 sayfalık bir metin var.Ben de televizyoncuyum ya, diyorum ki taş çatlasa 5-6 saatte biter bu iş. Neyse çekim başladı. İlk repliği Ahmet Bey söylüyor. Ahmet Bey’den aynı replik belki 25 defa alındı. Sonra Ahmet Bey’den aynı replik benim sırtımdan alındı. O bitti, aynı replik Ercan Bey’in sırtından alındı. Bütün bu süreç boyunca herkes masada oturuyor ama. Saate bir baktım çekimin başlamasından itibaren tam 2 saat geçmiş, biz sadece daha elimizdeki metnin bir satırını çekebilmişiz. Başladı mı benim içim sıkılmaya!

Bir de figürasyon için gelenler var. Ahmet Bey her repliğini söylediğinde iki kız Ahmet Bey’in arkasından yerlerine gidiyorlar. Arka masada oturanlar da, Ahmet Bey repliğini her tekrarladığında, çatalları ağızlarına götürüp yemek yermiş gibi yapıyorlar. Nasıl sıkıcı. Onlara baktıkça benim içim sıkılıyor. Ama sanmayın ki bu işlemler sadece Ahmet Bey için yapıldı, hepimizin replikleri için tekrarlar yapıldı. Beğenilmedi bir daha, yüzümüze gölge düştü bir daha. Lafları unuttuk bir daha. Yakam kırıştı bir daha. Anlayacağınız, aynı replikleri en az 50’şer kere tekrar ettik.

İlk gün akşam olduğunda daha yarım sayfa çekmiştik. Neyse, reklam filminin çekimi iki günde tamamlandı. Ama ikinci günün sonlarına doğru ben kendime bir baktım kaprise başlamışım. Kaçta bitecek bu çekim, bu son tekrar mı, ben tavuk ızgara yerim, salatam yağsız olsun lütfen gibi şeyler söylüyorum. ‘Armağan Bey yüzünüz düştü’ diyorlar, cevap veriyorum: ‘Sıkıldım çünkü’.

Bir de ikinci günün sabahı herkesten erken gittim sete, yakın planlarım çekilsin diye. Utanmadan, ‘Ama ben erken geldim, o zaman niye erken gitmiyorum?’ gibi televizyon sektöründe çalışan birine hiç de yakışmayan sorular sormaya başladım.

Hatta sorularımla yönetmen Rezzan Hanım’ı o kadar bunalttım ki, bana darıldı. Umarım bana olan kızgınlığı geçmiştir. İkinci günün akşamı paydos dediler. Reklam filmi bitmişti. Eve gittim, ‘Armağan’ dedim, ‘Yakıştı mı sana. Sen benzer şeyler sana yapıldığında kızıyordun!’. Hani diyorlar ya, ‘Aslını unutmamak gerek’ diye. Ben de sıkıntıdan ve ilgiden kantarın topuzunu kaçırdım galiba.....

Ve anladım ki benden oyuncu olmazmış. Demek ki ‘Türkstar biter, Armağan köyüne döner’ doğru kararmış. En azından bu sektörde çalışanlar adına...

BUGÜN NE YAPMAYALIM

Terör olayları için sessiz kalmayalım.

Güneydoğulu öğrenciler kitap istiyor

Diyarbakır’ın Hani ilçesindeki Atatürk İlköğretim Okulu öğrencileri hepimizden kitap bekliyor.

Okul müdürü Birol Yazıcı’yla Cuma günü telefonla konuştum. Yazıcı, okul öğretmenlerinin girişimiyle açılan okul kütüphanesinde şimdilik sadece birkaç kitap ve ansiklopedi olduğunu, her türlü kitap ve ansiklopediye ihtiyaçları olduğunu, destek beklediklerini söyledi. Okunmuş, artık kapağını bile kaldırmadığımız, sadece kütüphanemizde ne kadar çok kitabım var dememize yarayan kitaplarımız, belki de Hanili öğrencilerin ufuklarını açacak. Onlara kitap okuma alışkanlığı kazandıracak. Lütfen okunmuş kitaplarımızı yollayarak destek verelim. Kitapları aşağıdaki adrese iletebilirsiniz.

Birol YAZICI
Hani Atatürk İlköğretim Okulu
Hani/DİYARBAKIR
Tel: 0 412 651 20 47


NASIL BÜYÜDÜM


Ben büyürken TV’de en sevdiğim çizgi film ‘Marco’ idi.
Yazarın Tüm Yazıları