Televizyonlu gecelerin sonuna geliyoruz. Yaz gecelerinde çok olağanüstü bir durum olmazsa eğer, artık kış aylarında olduğu kadar hiçbirimiz televizyon seyretmeyeceğiz.
Bu televizyon sezonu denen şey, okulların tatil olması ile beraber bitiyor da, biz ‘popüler kültür mantarları’, ‘mantar zehirlenmesi yaşamaktan’ kurtuluyor, ‘yeni sezona’ biraz nefes alarak giriyoruz! Hatta biraz da ruhumuzu, gözümüzü, gönlümüzü dinlendiriyor, yeni sezon için ‘enerji’ depoluyoruz!
Şu sıralar sonlarına yaklaştığımız televizyon sezonunda hangi programlar, hangi ‘nadide’ ve ‘özgün’ kişiler ve hangi ‘klişeler’ daha çok aklım(ız)da kaldı? Beynim(iz)in derinliklerinde bir gün ‘cort-ta-da-nak cort-la-mak’ üzere uykuya yattı, hangileri üzerine en çok konuşup, yazıp çizdik ya da yazıp çiz(e)medik henüz acaba?
n En çok üzerinde konuştuğumuz ‘özgün kişilik’ Semra Hanım Teyzemiz ve ‘özgün kişiliksizlik’ sembolü oğlu Ata idi hiç kuşkusuz.
‘Gak’ deseler televizyona esir olduk, ‘guk’ deseler, dedikleri, diyemedikleri ve demeye çalıştıkları üzerine kalem oynattık. Hatta Avrupa Birliği’nden Türkiye’nin tarih aldığı gün Semra Hanım Teyze daha çok seyredilince, hafif yollu ‘aklımızı oynattık!’ niyeyse?
n Bu gelinli kaynanalı ve de Oidipus kompleksli damat adayları ile yapılan ‘evlilik programları’ seyredildikçe yeni ‘kahramanlar’ yarattık. Onları ‘biz yarattık’ sonra onlara yine biz kızdık! Kızmak yetmedi, hıncımızı ‘özel hayatlarını’ ortaya dökerek, canlı yayınlarda onların en ‘mahrem’ konularını tartışmaya açarak aldık!
n Bu show’ların kahramanlarını ‘kanal kanal’ gezdirdik. Seyrettikçe seyrettik. Onlar hangi kanala gitse biz peşlerine düştük. En sonunda Caner kafasında bardağı kırınca ‘toplum olarak huzura erdik!’
n ‘Kurtlar Vadisi’ni çok tartıştık. Ama çok seyrettik. Hatta Rauf Denktaş bile oyunculuğu denedi bu dizide!
n Öğlen kuşaklarında salya sümük ağlayan, çığır çığır bağıran, hayatlarının en ‘intim’ anlarını niyeyse kameraların gözünün içine baka baka anlatan ‘looser’ (kaybeden) insanları ve bu insanlarla itişen program yöneticilerinin ‘dağıttıkları adaleti’ seyrettik!
n Bunlar kesmedi ‘mistik’ programları seyrettik!
n Ali Kırca’nın ‘yenilenen’ haber sunma tarzını tartıştık!
n Kenan Işık ‘Anchorman’ olunca ‘Tiyatrocudan haber sunucusu olmaz’ diye ayak diredik!
n Televizyonu ‘dizi mezarlığı’ haline çevirdik. Ya ‘salya sümük’ dizileri ya da ‘kanın gövdeleri götürdüğü’ dizileri seyrettik!
n O kadar ‘dizikolik’ olduk ki, aynı anda üç farklı diziyi seyretme teknikleri geliştirdik!
n ‘Gömülmekten’ kurtulan dizilerden en çok ‘Avrupa Yakası’nı, ‘Aliye’yi, ‘Kurtlar Vadisi’ni ve battı batıyor, bitti bitiyor derken yıllar sonra ilk kez bir dizisi tutan Hülya Avşar’lı ‘Kadın İsterse’yi seyrettik. Ama en çok ‘Avrupa Yakası’nı konuştuk... ‘Oha falan olduk’, hatta ‘oldu gözlerimiz doldu’ falan yani!
Buyrun size ‘popüler kültürün’ en önemli araçlarından birisi olan televizyonun bir yılı!