Sayın Emre Aköz’ün Sabah Gazetesi’nde yayınlanan ‘Akıllı Kutusu’ başlıklı yazısını okuyunca, ‘Yalnız değilmişim’ diye sevindim.
Yıllardır ‘aptal kutusu’ diye yargılanan televizyon için programlar hazırlayan birisi olarak, Aköz’ün televizyona, Amerikalı yazar Steven Johnson’ı örnek alarak ‘hakkını’ teslim etmesiyle heyecanlanıp, ben de kendimi aynı minvalde yazarken buldum.
Evet eskiden televizyona ‘aptal kutusu’ denirdi!
Aslında hálá televizyon seyretmediğini ‘iddia eden’ ve televizyonu ‘aptal kutusu’ olarak niteleyen entelektüellere rastlamak mümkün! Onların ‘aptal kutusuyla’ hiç işleri olmuyor! Onlar daha çok ‘memleket meselelerine’, ‘ekonominin gidişatına’, ‘derin devlete’ falan kafa yoruyorlar, biz ise ‘boş şeylerle’ uğraşıyoruz!
Türkiye’de entelektüel olmanın gerek ve yeter şartı; ‘popüler kültüre’ ve özellikle de televizyona ‘karşı olmak’, bugün toplumun bulunduğu yerden, sadece ve sadece ‘televizyonu’ sorumlu olarak tutmak!
Üniversitede okuyan gençlerin neredeyse tamamı karşı zaten bu popüler kültür ve televizyon hadisesine. İletişim bölümlerinde okuyanlar bile!
Televizyon bir ‘eğitim ve öğretim’ aracı olmadığı gibi (Neden Türkiye’de herkes televizyonu eğitim ve öğretim aracı olarak görür hiç ama hiç anlamam!) sonuna kadar, dibine kadar, köküne kadar bir eğlence aracıdır!
Televizyon ‘aptal kutusu’ olmadığı gibi, ‘analitik zekayı’ da geliştirir üstelik!
Emre Aköz’ün yazısında altını çizdiği birçok şeye sonuna kadar katılıyorum. Özel televizyonların devreye girmesiyle birlikte hayatımız renklendi, hareketlendi!
Baksanıza son dönemlerde neredeyse bütün ev kadınları ‘evlilik ilişkileri’ ve ‘duygusal ilişkiler’ konusunda neredeyse uzman oldular! Neredeyse hepsinin bu ilişkiler konusunda ‘komplo teorilerine’ varan fikirleri var!
Alıyorlar ellerine mikrofonu, saçlarını savura savura konuşuyorlar! Eskiden sınıflarında şiir okumaya dahi cesaretleri olmayan insanlar, şimdi ‘canlı yayın’da ‘kanlı-canlı’ ‘kendi teorilerini’ anlatıyorlar! Buna kafa yoruyorlar!
‘Reality show’larla ‘hayatın ta kendisini’, dizilerle ‘daha karmaşık ilişkileri’, Ana Haber Bültenleri ile ‘hayatın içindeki abartıyı’, neyin haber, neyin magazin olduğunu, tartışma programları ile ‘tartış(ama)mayı’, dinlemeyi, anlamayı, reklamlarla ‘pazarlamayı’ öğreniyoruz!
Niye ‘aptal kutusu’ olsun ki televizyon? Aksine hayatı öğretiyor işte bize. Az şey mi?
Reklamlar demişken, son dönemde reklamlara ‘akın’ eden ünlüleri de görüyorsunuzdur ekranda!
Ben en çok Kadirizm ‘hadisesinin’ bir alışveriş merkezinin üzerinden ‘tsunami’ olup geçtiği reklamı seviyorum! Bence çok güzel olmuş! ‘Kadirizm’ imajını daha da çok cilalıyor reklam! Gözüyle ‘hoş ve güzel bir kızın’ gömlek düğmelerini patlatıyor! Yakışır!
Bir de ‘büyük usta’ Kayahan’ın, mutfakta ‘ustalığını’ ve ne kadar iyi ‘aile babası’ olduğunu gösteren reklam var ki! İnsan bir türlü her kaseti çıktığında ‘genç popçulara sataşan’ Kayahan’ın ‘iyi yürekli’ birisi olduğuna ikna olamıyor vallahi!
Hem bakın, üstüne köşe yazıları yazmadan duramadığımız televizyon hadisesi ‘yaratıcılığı’ da geliştiriyor, fena mı?