Siz hangi tipsiniz?

Şöhretlere davranış tarzı açısından üç grup insan tipi var. Alışverişe çıktığımda ya da herhangi bir yerde karşılaştığımda artık hemen anlayabiliyorum, karşımdaki insanın hangi gruba dahil olduğunu.

Birinci gruptakiler, kendileri için değil, arkadaşları için sizle konuşup, imza isteyenler. Bu gruba girenler, ellerinde bir kağıt ve kalemle yanıma yaklaşıp şunu söylüyorlar: ‘Armağan Bey, arkadaşım size çok hayran, şimdi o burada olsaydı nasıl sevinirdi, tüh ya, çok üzülecek duyunca, onun için buraya bir imzanızı atabilir misiniz?’

Eskiden inanıyordum ben bu yalana. Ama artık inanmıyorum. Benden imza isteyenlerin yüzde 80’inin arkadaşı bana hayransa, bayağı bir hayran kitlem var demektir. E peki niye ben hep hayranlarımla değil de, bana hayran olanların arkadaşlarıyla karşılaşıyorum o zaman? Bana hayran olanlar, utanıp eve mi kapanıyorlar? Bir de arkadaşları adına mail yazıp, ona sürpriz yapmak için cevap isteyenler var ki, onlar başka bir tarz.

İkinci gruptakiler, tanımamış gibi yapanlar. Ben ona bakmadığım zaman, beni tepeden tırnağa süzen, ama ben ona baktığım anda, hiç bana bakmıyormuş, hayatında da beni görmemiş gibi davrananlar var ki, bunlar benim kendimi en yakın hissettiğim gruba dahil olanlar. Çünkü eskiden ben de öyle yapardım. Onları tanımamış, hayatımda hiç görmemiş gibi davranıp, nasıl kötü hissettirirdim kendilerini!

Üçüncü gruptakiler, bir ünlüyle ilk kez tanışıp, bir ünlüyü ilk kez öpme şansı bulanlar. Nedense bu gruba dahil olanlar, ‘Senden önce hiçbir ünlüyle tanışmak istemedim’ diyerek konuşmaya başlıyorlar.

Dedim ya ben ikinci gruptanım, kendi grubunuzu siz seçin.

İyi bir aşık olmak için değişmek mi gerekir...

Son günlerin en popüler şarkısı ‘Zalim’. Hani şarkının bir yerinde diyor ya ‘Değişecek misin söyle, değişebilecek misin... Zalim’. Ben burasına takıldım şarkının. İyi bir aşık olmak için değişmek mi gerekir? İlla ki sevgilinin istediği gibi mi olmak gerekir? Belki ben öyle mutluyum, sevgilimin sevmediği ama benim çok sevdiğim huylarım var.

Çok bencilce geliyor bana bu tavır. ‘Ya değiş ya da ayrılalım’. E ne demek şimdi bu? Yani ben senin istediğin gibi olmalıyım öyle mi! O zaman niye sen benim istediğim gibi olmuyorsun? Sen değiş! Madem değişmek bu kadar kolay, sen dene. Ben böyle mutluyum işte. Benimle mutsuz olan sensin.

İnsanı ifrit eden bir tavır değil mi? Allahaşkına söyleyin! Hele bir de bunun için seramoniler yapılır ya, asıl ona ölüyorum işte. Önce garip bir gerginlik başlar aranızda, öyle soğuk durmalar, sorulara cevap vermemeler, aramamalar, buluşmayı mümkün olduğunca ertelemeler, ertelemek için çeşitli bahaneler uydurmalar falan. Her defasında sorarsınız, ‘Ne oldu bir şeyin mi var?’ Yanıt kısa ve net... ‘Yok bir şeyim, sadece biraz yorgunum’. Nasıl yalan! Siz üstelersiniz, ‘Doğru söyle’, karşıdan cevap net gelir, ‘Yok bir şeyim dedim ya!’

***

Aradan birkaç gün geçince, sevgiliniz de cesaretini toplamıştır ve telefonla sizi arar, en metalik, en mesafeli, en ölçülü ve en kendine güvenli ses tonuyla konuşmaktadır; ‘Bu akşam yemeğe çıkalım mı, seninle konuşmak istediğim şeyler var...’

Yemeğe çıkarsınız. Siz, sevgilinizin aksine, ortamı yumuşatmak için en şirin, en sevimli, en cana yakın ve en espritüel halinizi takınmış, sürekli konuşmaktasınızdır. Ama masadaki buz gibi havayı değiştirmek pek mümkün değildir. Sanki Kıbrıs konusunda BM toplantısındayız. Mümkün olduğunca göz göze gelmemeye çalışmalar, lafı eveleyip gevelemeler... Siz üstelersiniz, ‘Neyin var senin, ne oldu?’

Ve o an gelir. ‘Bak, böyle olmuyor, anlaşamıyoruz bir türlü, ya değiş ya da bitsin burada bu iş.’ Refleks olarak hemen cevap verirsiniz, ‘Tamam söz, değişeceğim. Bak sen de göreceksin nasıl değiştiğimi, şaşıracaksın.’

***

O günden sonra, hangi konuda değişmeniz emredildiyse, o konuda artık azami dikkat göstermeye başlarsınız. Ama heyhat! Siz değişmediniz ki, sadece değişmiş ‘gibi’ yapıyorsunuz. Çünkü sevgilinizi kaybetmekten korkuyorsunuz. Oyun oynuyorsunuz aslında, hem kendinize, hem de ona. Tabii bir gün içinizdeki gerçek siz ortaya çıkar ve yine o beğenilmeyen ve yapılmaması emredilenleri yaparsınız. Her şey en baştan başlar; ‘Hani değişmiştin? Hani bir daha yapmayacaktın? Tam işte oldu dedim, yine aynısın, olmayacak, değişmeyeceksin sen. Ayrılalım.’

E tamam değişemiyorum demek ki. Sen dene değişmeyi. Niye değişen taraf ben oluyorum ki? Sen benim istediğim gibi ol! Ya da ben nasıl seni olduğun gibi kabul ediyorsam, sen de beni et. Olmaz mı?

Hem ne oldu ‘Dayakla eğitim olmaz’ konusundaki fikirlerine? ‘Bak değişmezsen senden ayrılırım’ demek de bir nevi dayakla eğitim!

NASIL BÜYÜDÜM

Ben büyürken arabesk sanatçılarının TRT ekranlarına çıkıp şarkı söylemeleri yasaktı.

Popüler kültür canavarının güncesi

Son zamanlarda benim popüler kültür trendimde neler var merak ediyor musunuz? (Soru da saçma oldu. Sanki okurken hayır deseniz, bu yazıyı yazmayacakmışım gibi!) Ama ben evet dediğinizi düşünerek, yazmaya başlıyorum. Dınınınınnn!

İki CD’yi otomobilimde değiştire değiştire dinliyorum. Gülben Ergen’den ‘Uçacaksın’, Yalın’dan ‘Zalim’. Gülben Ergen’in ‘Uçacaksın’ şarkısına yaratıcı bir katkım da oldu kendi çapımda. Hani şarkının bir yerinde ‘Ayağını yerden kescem senin’ diyor ya, ben hemen ekliyorum kendi kendime devamını, ‘Çok kötü yapcam seni, üstünü başını yırtcam seniiin’ diye.

Yalın’ın CD’sini de çok beğenerek dinliyorum, ama bazı şarkılar Mirkelam’ı anımsatıyor bana. Hele bir şarkı var, aynı Mirkelam’ın ‘tavla’ şarkısı gibi. Ama olsun, güzel albüm.

Bir de merakla beklediğim kasetler var, Yıldız Tilbe’nin türkü albümüyle, Abidin’in albümü.

***

Efendim bendeniz bu aralar polisiyeye merak saldım. Bir polisiye tutkusudur gidiyor, bakalım sonu nereye varacak. Ayşe Akdeniz’den Rüzgar, Kan ve Kelebek ile Ateşle Tango’yu okudum, ama benim polisiye yazarlar arasındaki favorim belli, Ruth Rendel...

Televizyonda en çok Okan Bayülgen’in ‘Şelale’ tiplemesini seyretmeyi seviyorum. Bayılıyorum Şelale’ye...

En son AKM’de ‘Folklorama’yı seyrettim. Pek fazla sevdiğimi söyleyemeyeceğim. Sanırım konser salonundan, AKM büyük salona alınması kötü etkilemiş oyunu.

Ve Safran kış sezonunu kapatmadan önce, muhteşem İstanbul manzarasına karşı, çok keyifli bir yemek yedim. Unutmadan, 26 Nisan pazartesi akşamı, Safran’ın DJ’i benim. Müzikleri ben çalacağım.

Ya sahi ben kaçırdım, Tuğçe Kazaz’la, Kenan Doğulu’nun son durumu ne oldu? Barıştılar mı? Ayrıldılar mı? Ya Caner’le Tülin’in son durumu nedir? Beraberler mi? Yoksa ayrılar mı?
Yazarın Tüm Yazıları