Biz Türklerin ne kadar insancıl, ne kadar misafirperver, ne kadar insan ayrımı yapmayan, kin ve nefretten uzak, ama bunun yanında ne kadar sağduyulu, eşitlikçi, demokrat insanlar olduğumuzu her birimize ezberlettiler.
Hatırlıyorum, o zamanlar ‘Hayat Bilgisi’ dersinde ilkokul öğretmenimiz bu konu için tam bir ‘ünite’ boyunca, gırtlak patlatmıştı. Ünite deyip geçmeyin, ‘ünitelerin işlenmesi’ neredeyse, üç dört hafta sürerdi!
* * *
Sonra ‘orta öğretim’ çağında da ‘aynı teraneleri’ ‘Sosyal Bilgiler’ve ‘Tarih’ derslerinin hocalarından dinledik. Hatta o kadar ‘ayrımcılıktan’ ve ‘sınıf bilincinden’ uzak bir toplumduk ki, okula giderken annelerimiz beslenme çantalarımıza ‘nadide’ yiyeceklerden koymazlardı, ‘yiyebilen var, yiyemeyen var’ diye!
Öğretmenler tüm bunları neredeyse kafamıza vura vura bize öğretirlerdi ama, bir yandan da ‘küme çalışmaları’ yaptırırlardı. Bu kümeler nedendir bilinmez hep ‘çalışkanlar’ ve ‘tembeller’ düzenine göre oluşturulurdu. Bir de ‘küme başkanı’ olurdu ki, o zaten tartışmasız o kümenin en ‘sivri’ ve ailesi ‘en üst düzey bir memur’ çocuğu olurdu!
Hatta çocukları ’tembeller’ kümesine oturtulan anne-babalar ‘Bilmem ne fabrikasında çalışan bir işçinin çocuğu benim çocuğumun yanına oturtulamaz’ der, koşarak okula öğretmenden ricacı olmaya gelirdi! Rica minnet çocuk bu ‘kümeden’ alınır, daha hallice ‘bir kümeye’ konulurdu ki, en makbulü de ‘banka ya da fabrika müdürlerinin’ çocuklarının oturduğu kümeydi!
Sadece ‘sınıflarda’ değil, tenefüslerdeki arkadaşlıklara da karışırdı hem anneler, hem öğretmenler! ‘Ne buluyorsun o çocukta da onunla arkadaşlık ediyorsun, ondan öğreneceğin ne olabilir ki, alt tarafı bir kapıcı çocuğu! Bit getireceksin eve!’ demediler mi kaç kez size?
23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramları ise ‘sınıf’ sisteminin en doruğa çıktığı anlardı.
Memur ve üst tabakaya mensup ailelerin çocukları ‘Ennnnn gösterişli, ennnn havalı, ennnnn şirin uğur böceği, gelin, damat, jandarma komutanı, doktor’ kılıklarıyla bayrama katılırken, ‘maddi geliri düşük’ çocuklar kortejin en sonunda önlükleriyle bayrama katılırlardı. Hani adet yerini bulsun cinsinden! Kimseler görmesin diye kortejin ennnnn sonundan!
* * *
Ama hem annelerimiz, hem babalarımız, komşularını hep çok ayıpladılar ‘ayrımcılık’ yaptıkları için. ‘Aşkın statüsü mü olurmuş. İşçi diye sevdiği çocuğa vermediler kızı’ dediler. Ama kendi kızlarını ‘ne doktorlar ne mühendisler istedi de onlar yine de vermediler!’
Ama hep yaptıklarının tersini anlattılar bize! Bize anlatılan her şey yalanmış meğerse!
‘Sınıf bilinciyle’ büyütülmedik mi hepimiz?
Bu kadar ‘sınıf bilinciyle’ büyüyünce, başkalarını aşağılamak istediğimizde’ hep, ‘Ne kadar düşük bir sınıfa mensup’ olduklarını onlara hatırlatmadık mı?
E peki şimdi Fenerbahçelilerin ‘Rıza Efendi iki ekmek bir süt’ pankartı açılınca, niye bu kadar şaşırıyoruz ki?
Her yerde ve her şartta siz öğretmediniz mi bize, insanın canını nasıl yakacağımızı?