Merhaba... Şimdi bana yazı yazmam için ayrılan bu köşeyi görünce aşağı yukarı hepinizin ne hissettiğini ve ne düşündüğünü tahmin edebiliyorum.
Bundan beş ay önce hiç kimsenin tanımadığı, hatta ismini bile bilmediği birine Türkiye’nin en büyük gazetesi Hürriyet’in Kelebek ekinde köşe vermişler. Zaten bu ülke böyle... Meşhur olacaksın ki hak etmediğin gibi yaşayasın. Zaten bu ülke böyle, eline fırsat geçmediği için kendini gösteremeyen ne kadar da çok insan var. Adamın biri bir yarışmada jüri üyesi olacak, ünlü olacak. Sonra gazetede köşesi olacak. Ne yaptı ki o adam? Herkesin söylediği çok popüler bir şarkı mı? HAYIR! Elektriği mi buldu? HAYIR! İnsanlık için çok önemli bir buluş mu yaptı? HAYIR! Oturdu dört ay boyunca televizyondan saçın olmamış, şarkının sözünü unuttun, bu kıyafet oldu mu şimdi, göbeklisin diye ahkam kesti. Ve hasbelkader ünlü oldu.
Eeee... Benim oğlum da bu kadar yetenekli. Hem eğitimi, birikimi ondan çok daha iyidir eminim. Sevgilim, Armağan denen bu adamdan çok daha yeteneklidir, eminim! İşte bu ülke böyle kardeşim! Arkanda dayın olacak. İyi ilişkiler kuracaksın ki iyi yerlere gelesin. Herkes hak etmediği yerde zaten bu ülkede. Şimdi iki dakika durun ve düşünün lütfen. Bunlar geçmedi mi bu köşeyi ilk gördüğünüzde aklınızdan. En az yüzde 60’ınızın aklından geçmiştir.
Şimdi sizden bir şey rica edeceğim. Lütfen bana ve hiç kimseye karşı önyargılı olmayın. Ben önyargılı olmanın çok cezasını çektim. Bana biraz tahammül edin. Bu köşeyi bir süre okuyun ve sonra kararınızı verin. Şöhretini kullanan biri miyim? Yoksa bu köşeyi hak ediyor muyum? Ama kararınızı bana bildirin olur mu? Belki de paylaşacak çok şeyimiz vardır? Hayata aynı pencereden, aynı şeyleri düşünerek bakıyoruzdur. Lütfen, hayatınızda bir kez olsun önyargılı davranmayın ve okumayı deneyin. Kısa yoldan şöhret olduğunu düşündüğünüz insanlar da yazı yazabilirler unutmayın.
Ben önyargılarımdan kurtuldum ve hayat o zaman çok daha yaşanır hale geldi benim için. Ne dersiniz denemeye değmez mi?
NASIL BÜYÜDÜM
Ben büyürken...
Zambo cikletlerinin içinden çıkan ‘artist’ ve ‘futbolcu’ resimlerini biriktirirdim.
BAŞKALARI İÇİN YAŞAYAN KADINA
Bu yazı Kadınlar Günü için yazılmıştı
Aslında bu yazılar, önümüzdeki hafta başlayacaktı. Tam Diyarbakır elemeleri sırasında bir telefon geldi. Biz yazılarınıza 8 Mart’ta başlamaya karar verdik dediler. Birden fark ettim ki, o gün Dünya Kadınlar Günü. Şimdi el mecbur kadınlarla ilgili bir yazı yazmam gerekir diye düşündüm.
Kadınlar konusunda edilmemiş bir laf, söylenmemiş bir söz, yeni bir bakış açısı var mıdır diye günlerdir kafa patlatıyorum. Yazmayı deneyeceğim. Yeni olmasa da...
***
Hepimizin hayatının en önemli kadın figürü kuşkusuz annelerimiz. Benim annem, hepinizden farklı olarak, aynı zamanda ilkokul öğretmenim. Bana okuma yazmayı annem öğretti. Ama benim hayatımın en önemli kadın figürü anneannem. Annem çalıştığı için bana anneannem baktı, büyüttü. Çok severim anneannemi. Bu sevgiden olsa gerek, çok dinledim akrabalarımdan anneannemle ilgili hikayeleri.
***
Anneannem Gebze’li... Batılı yani. Dedem, Gebze’de yedek subaylığını yaparken tanışmışlar dedemle ve evlenmişler. Dedem Gebze’de tanıştığı o yarı batılı genç kızı, küçücük yaşında Gebze’den alıp Kelkit’e götürmüş. Gebze’de büyüyen o genç kız, önceleri alışamamış o zamanın doğu şartlarına. Çok zorlanmış. Çok zor gelmiş su taşımak çeşmelerden eve. Çok zor gelmiş kaynana yanı, görümce yanı ona. Çok zor gelmiş anne, baba, kardeş hasreti. Mutsuz olmuş. Ama o zamanlar yok öyle ‘Zor geldi, boşanıyorum’ demek. O zamanlar yok öyle ‘Çizdim oynamıyorum’ demek.
Alışmış zamanla pestil yapmaya, sac üzerinde ekmek pişirmeye. Alışmış zamanla anne, baba hasretine. Gurbete. 5 tane çocukları olmuş. Hepsini büyütmüş, adam etmiş. Gençken Gebze’de kendisi için yaşamaya çalıştığı hayatı, artık Kelkit’te kocası için, çocukları için, ailesi için yaşamaya başlamış. Vazgeçmiş kendi için yaşadığı hayattan. Artık hayat her şartta, diğerleri için yaşanan bir hayat olmuş. Her şeye rağmen dimdik hayatta kalmış.
***
Hayatımın en önemli kadın figürlerinden birisi olan ve beni büyüten anneannem bir gün kansere karşı o dik başlı mücadelesini sürdüremeyerek hayata veda etti. Ben hayatla mücadeleyi, hayatın her şeye rağmen yaşanır olduğunu ondan öğrenmiştim. Çiçek sevgisini, anneannemin evinde büyüttüğü ve her sabah sevgiyle seyrederek karşısında çayını içtiği çiçeklerden öğrenmiştim. Ben yemek zevkimi anneannemden öğrenmiştim. Kuzu kapamayı, kesme çorbasını, kısırı... Ben mutsuz olduğum zamanlarda bile başkalarını mutlu etmeyi ondan öğrenmiştim. Her şartta hayata sarılmayı ve hayatın çok da komik yanları olduğunu ondan öğrenmiştim.
İlk masalımı ondan dinledim. Başımıza gelen her şeyle ilgili anlatacak bir hikayesi vardı. İlkokul mezunuydu anneannem. Ama bugün fark ediyorum ki hayatla ilgili çok şeyi ondan öğrenmişim ben. Ne çok şey öğretmiş bana anneannemin bitirdiği Hayat Okulu.
O aramızdan ayrıldı; ama hala oturduğu bütün evlerin telefon numarası aklımda. O aramızdan ayrıldı; ama hala sarıldığımdaki teninin kokusu burnumda. O aramızdan ayrıldı; ama hala olaylar karşısında söylediği atasözleri hafızamda. O aramızdan ayrıldı; ama hala verdiği öğütler aklımda.
***
Keşke yaşasaydı ve bu yazıyı okusaydı. Eminim kendisiyle değil, benimle gurur duyardı. Keşke bu yazıyı okuyup, benimle değil, kendisiyle gurur duyabilseydi. Çünkü o da çoğu kadın gibi başkaları için yaşamayı öğrenmişti ve buna alışmıştı.
Anneanne... Dünya Kadınlar Günün kutlu olsun.
Her şey için teşekkürler.
SEFARAD...
Tatlıses’ten sonra sahnede göbek atmanın yakıştığı ikinci erkek Sami
Geçtiğimiz perşembe gecesi İstanbul’un, belki de Türkiye’nin en iyi performans mekanı Babylon’da Sefarad konseri vardı. Saat 21.30 gibi Babylon’a gittiğimde kapının önü ana baba günü gibiydi. Herkes bilet bulmak için uğraşıyordu.
Babylon çok başarılı bir performans salonu. Her ay mutlaka ‘Babylon’da ne etkinlikler var’ diye takip ediyordum, bundan önce bir kez gitmiştim, ama artık devamlı müşterisi olacağım sanırım.
Sefarad sahneye çıktığında Babylon yıkılıyordu. Nasıl güzel müzik yapıyorlar, nasıl sizi daha sahneye çıkar çıkmaz kavrıyorlar, bir yerde yakalayıp mutlaka bu performansı izlemeniz gerek. Sahnedeki herkes yaptığı işten çok keyif alıyor ve en önemlisi, işini yaparken eğleniyor. Tabii bu eğlence size de geçiyor.
Basda Cem, gitarda Ceki ve solist Sami. Üçü de çok iyiler. Biz Ceki ile Cem’in konuşma seslerini pek duyamadık. Çok az konuşuyorlar. Çok utangaçlar. İnsan bu kadar eğlenceli ve güzel müzik yapıp nasıl hala utangaç ve sessiz kalıyor, o başka bir tartışmanın konusu. Grubun solisti Sami sahneye çok yakışıyor. Sesi olağanüstü. Ve Türkiye’de İbrahim Tatlıses’ten sonra, sahnede oynamanın yakıştığı ikinci erkek bence.
Babylon’daki herkes çok eğleniyordu. Bir ara solumda ayakta duran genç bir kızla birlikte dans ettik. Bir şarkı sonra Sami, ‘Şimdi eşim dostum beni hastayım sanıyor, ama yastayım hiç kimse bilmiyor’ diye şarkı söylemeye başladı. Baktım az evvel deli gibi dans eden kız, bu kez ağlıyor. Yaşlar süzülüyor gözlerinden. ’Evlendi mi sevgilin’ dedim, kafasını salladı. Evet anlamında mı, yoksa hayır anlamında mı anlamadım. Üstüne de gitmedim. İşte bu da performans başarısı; dans ettirirken birden ağlatmayı başarabilmek.
Konser bitti. Alkışlar dinmedi. İkinci kez sahneye geldiler ve ‘Osman Aga’ ile ağzımıza bir parmak bal çalıp yine geri gittiler. ’Bitti mi ya?’ dedim. Saatime baktım. Onlar sahneye çıkalı iki buçuk saat olmuş ama zamanın nasıl geçtiğini anlamamışım.
Sevgili Sami, Cem ve Ceki... Ağzınıza, yüreğinize sağlık.
Mutlaka bir Sefarad kaseti edinin ve dinleyin, bana hak vereceksiniz. Ve mutlaka bir konserlerine gidin. Son yılların en başarılı grup performansını seyredeceksiniz.
AKLIMDA KALANLAR
Sahneye çıkarken bir mikrofon, bir de cevşen
Türkstar elemeleri için yaklaşık 20 gün, Türkiye’nin 8 ilini gezip, yaklaşık 20 bin kişiyi dinledik. Yani hayatıma yeni 20 bin kişi daha girdi. Bu 20 bin kişiden aklımda kalan, yeni ‘insan manzaraları’ var tabii ki. Ama beni en çok şaşırtan aynı ya da benzer meslekleri yapan insanların, giderek ne kadar birbirlerine benzedikleri.
Mesela sahneye çıkan şarkıcıların çoğu boyunlarına cevşen takıyor. Anadolu’da sahneye çıkan şarkıcılar, kendilerini ‘okuyucu’ olarak nitelendiriyor. Üniversiteye hazırlanan genç kızlar saçlarına balyaj yaptırıyor, üniversiteye hazırlanan delikanlılar ise dudak altına üçgen sakal bırakıyorlar. Rock söyleyenler saçlarını uzatıp, keçi sakal bırakıyorlar. Özgün müzik söyleyen genç kızlar, saçlarını koyu siyaha boyatıp, az makyaj yapıyorlar, ama gözlerinin altına mutlaka koyu renk kalem çekiyorlar. Sahnede dans edenler, Sibel Can gibi, bir gün mutlaka solist olacaklarını düşünüyorlar. Ve vücuduna güvenen her genç kız mutlaka düşük belli kot giyiyor. Kendini yakışıklı bulan delikanlılar saçlarına mutlaka jöle, dax ya da briyantin sürüyorlar. Gençler ne kadar çok kendilerini bir yere ait hissetmek istiyorlar. Hiçbirisi kendisi gibi olmayı denemiyor. Oysa en çok kendimiz gibi olduğumuzda gerçek değil miyiz? Kendisi gibi olmayan gençler çok canımı acıttı benim.
BUGÜN NE YAPMAMALIYIM
Benim yazı yazmaya başlamam şerefine diyet yapmayalım. (Ne kadar çok bahane var, diyet yapmamak için!)