rtık bilmeyeniniz kalmamıştır, aslında avukatım ve beş yıl boyunca bir şirkette avukatlık yaptıktan sonra, ani bir kararla İstanbul’a göçmeye karar verdim.
Meğerse İstanbul’a göçmekle her şey bitmiyormuş, bir de yaşamak için iş bulmak gerekiyormuş. Avukatlık stajımı yapar yapmaz hemen bir işe başladığım için, o zamanlar nasıl iş aranır pek de bilmiyorum doğrusu. Hukuk fakültesini bitirip, üstüne de uluslararası ilişkiler master’ı yaptım ya, sanıyorum ki işe almak için herkes beni kapıda bekliyor, hatta ‘ben kılımı kıpırdatmayacağım, şirketler mümkünse eve kadar bir adamlarını yollayıp benden ricacı olacaklar işe girmem için’ diye düşünüyorum.
Bu bekleme döneminde baktım ki hiçbir şirket bırakın çalışanlarını yollayıp ricacı olmayı, bir ‘davet mektubu’ bile yollamıyor, artık benim iş aramam gerektiğine karar verdim. (Bazen zararın neresinden dönersen kardır tabii!) Onlar beni bulamıyorlarsa, ben onlara kendimi buldurturum!
***
Artık iş aramam gerektiği gerçeğini algılayabildikten sonra, kendimi öve öve bitiremediğim bir CV hazırladım. (CV’nin açılımı Curriculum Vitae imiş. Latince’de hayat müfredatı gibi bir anlama geliyormuş. Niye bunun adına da CV denmiş ki, özgeçmiş işte!) Bu CV’den 5-6 adet kadar kopya çıkartıp, gazetelerin insan kaynakları sayfasının başına oturup, iş ilanlarına bakmaya başladım. Her sabah kalkıp iş ilanlarına bakıyorum ve aranan elemanın özellikleriyle, benim niteliklerimin birbirine uyduğuna karar verirsem, (Ne demekse? Sanki bunun kararını ben veriyormuşum gibi!) ilana bir adet CV’mi hemen postalıyorum. Her posta yeni bir umut demek tabii ki!
Birkaç CV yolladıktan sonra artık, beni işe alacaklarından o kadar eminim ki, ‘Benden iyisini mi bulacaklar’ diye düşünüyorum. Hatta o işe girersem, işyerine nasıl gideceğimi filan düşünüyor, takım elbiselerimi nereden alacağıma falan karar vermeye çalışıyorum.
Aradan 1 ay geçti ne arayan var ne soran. Kimse ‘Gel işe başla’ demiyor. Bir aksilik var bu işte ama ne? Hazırladığım CV’lerin kopyaları da bitmiş. O zaman anladım ki bunlardan 5-6 adet değil, yaklaşık 500 adet falan kopya çıkarmam gerekiyor! Üstelik işyerinden gelecek ‘görüşmeye çağrı’ telefonunu da evde beklemem lazım. Nereden bulacaklar ki beni? Ben CV yolluyorum, atıyorum kendimi sokaklara, o sinema senin, bu tiyatro benim geziyorum. Yok öyle yağma! Yolladıysan başvuru mektuplarını, oturup bekleyeceksin evde, ha çaldı ha çalacak telefon diye.
Artık iş ilanlarından iş seçmeyi bırakıp (Hayat ne çok şey öğretiyor insana!), neredeyse her ilana göndermeye başladım CV’lerimi. (Yok vallahi, hiç remayözcü aranıyor ilanına göndermedim, ama ramak kalmıştı.)
Artık postaneye gidip kendim bile yollamıyorum başvuruları ki, o arada telefon edip iş görüşmesine çağırırlar falan diye. Tam bu günlerin birinde, telefon çaldı; karşımda bir bayan sesi:
‘Armağan Çağlayan’la görüşebilir miyim?’
‘Buyrun benim.’
‘Sizi .... şirketinden arıyorum. Bize bir iş başvurusunda bulunmuşsunuz. Personel müdürümüz, interview (PEH!) yapmak üzere sizi pazartesi günü saat 10.00’da bekliyor.’ (Niye görüşme değil de interview, niye prezantabl eleman?)
Nasıl yani? Ne görüşmesi? Beni CV’me bakıp işe almadıkları gibi, bir de görüşmeye mi çağırıyorlar? Beni?
O zaman bir acı gerçekle daha karşılaştım, CV yollamakla iş bitmiyor, bir de görüşmeye gidip, kendini beğendirmeye çalışacaksın. Sorulan sorulara cevaplar vereceksin. Ama sana sorulan sorular CV’de yazdıklarının neredeyse aynısı olacak.
O zamanlar en sinir olduğum soru şuydu: ‘Niye bizimle çalışmak istiyorsunuz?’ Ne diyim ki şimdi ben bu soruya? İlk iş görüşmelerimden birinde ‘Siz niye benle çalışmak istiyorsunuz’ diye sorulunca, üç dakika içinde görüşme bitiverdi zaten! Ve o zamanlar en çok duyduğum cümleyi tekrar duydum ‘Biz sizi ararız’...
***
İnsan iş görüşmesine giderken garip davranış biçimleri edinmeye başlıyor kendi kendine. Entelektüel gözükeceksin, bilmesen de cümlelerin arasına İngilizce sözcükler karıştıracaksın, takım elbise giyip kravat takmadığın halde, bunları da giyeceksin, saçlarını kestireceksin, ayakkabılarını boyatacaksın, seninle iş görüşmesi yapanın gözlerinin içine bakmayacaksın, mümkün olduğu kadar saygılı ama bir o kadar da ezik olacaksın... Ve en önemlisi, size verilen formda yazan ‘Ne kadar ücret istiyorsunuz?’ sorusuna, (On bin dolar istiyorum, verecek misiniz?) bir miktar değil, ‘Siz ne kadar uygun görürseniz’ yazacaksın!
İş arayıp da bulamadığım (ve aramaktan çok usandığım) dönemlerde, o kadar çok görüşmeye gittim ki, sayısını ben bile hatırlamıyorum. Ama bir tanesi çok aklımda kalmış. Bir peynir firması için ‘avukat’ arıyorlardı. Bütün adaylara bir psikolojik danışma merkezinde, psikologlar tarafından kişilik testi uygulanıyor, bu testin sonucuna göre de, sizin ‘yöneticilerle’ görüşüp görüşmeyeceğinize karar veriyorlardı. Tahmin edebileceğiniz gibi ben psikolojik test aşamasını geçemedim!
Yaklaşık bir buçuk yıl boyunca CV yolladım (Sanırım 500 kadar vardır), interview için telefon bekledim, görüşmeye gittim, kişilik testi yaptırdım, bankaların ‘denetim elemanı’ ve ‘müfettiş’ ararken yaptığı ÖSS benzeri sınavlara girdim, görüşmeye gittiğimde ilkokulu hangi yıl bitirdiğimi hesapladım, başvuru formlarındaki ‘Ne kadar ücret istiyorsunuz?’ sorularını belki de yüzlerce defa boş bıraktım... Ama iş bulamadım...
***
Ve fark ettim ki, ‘insan kaynakları’ denen bilim dalı (!), insanın kendisine olan güvenini sarsmak üzerine kurulmuş. Ne kadar çok iş görüşmesi yapıp, ‘Biz sizi ararız’ cümlesini ne kadar çok duyarsanız, kendinize olan güveniniz o kadar azalıyor!
Allah’tan Medyapım beni işe aldı da, kendime olan güvenim tekrar yerine geldi. Yoksa kendimi çok işe yaramaz hissediyordum...
Tam bu yazıyı yazarken, şirketteki mail adresime, iş başvurusu yapan bir arkadaşın mail’i geldi. Hayat bazen ne kadar ironik!
NASILBÜYÜDÜM
Ben büyürken, her pazar CenkKoray ekranda izleyenlerle ‘Tele Kutu’ oynardı.