Popüler kültür mantarınız tatilden döndükten sonra popüler kültür hayatına hızlı bir giriş yaptı efendim. Popüler kültürden bu kadar uzak kalmış olmanın can sıkıntısıyla hemen attım kendimi popüler kültürün tam da göbeğine... Mutsuz muyum bu durumdan? Hayır....
Mutlu muyum bu durumdan? Evet, evet, evet.
- Şu anda büyük bir keyifle Epsilon Yayınları’ndan çıkan İnci Aral’ın ödüllü kitabı ‘Mor’u okuyorum. Şiddetle tavsiye edilir...
- Popüler Kültür Mantarı olarak Rumelihisarı ve Açıkhava konserlerinden eksik kalacağımı hiç düşünmediniz herhalde. Bildiğiniz üzere gelir gelmez ayağımın tozuyla, daha bavullarımı açmadan Açıkhava tiyatrosundaki ‘Sanki Dün Gibi’ konserlerinin ikincisine gittim maalesef ki! Şehrinize falan gelirse sakın ola, başlığının büyüsüne kapılıp gitmeyin. Pişman olursunuz, benden söylemesi...
- Perşembe akşamı da Rumelihisarı’nda Nükhet Duru-Cenk Eren ikilisinin konserlerine gittim. Bu ikiliyi birçok kez seyretmiş olmama rağmen (En azından neredeyse 80 bölüm birlikte televizyon programı yaptık) bugüne kadar seyrettiğim en iyi Nükhet Duru ve Cenk Eren performansıydı. Çok eğlendim, çok beğendim.
- Cumartesi akşam yemeğini Ahırkapı’daki Giritli Restoran’da yedim. İnanılmaz lezzetli Girit ve Ege yemekleri eşliğinde bir kadeh rakı çok iyi gidiyor. Üstelik çok da güzel fiks mönü servisi var. Elinize koskocaman bir mönüyü alıp saatlerce yemek seçmek zorunda kalmıyorsunuz. Özellikle mezeler çok lezzetli.
- Cumartesi akşamı bir de Harbiye Açıkhava Tiyatrosu’ndaki son Candan Erçetin konserine gittim. ‘Melek’ albümünü çok beğendiğimi daha önce yazmıştım. Melek ve eski Candan Erçetin albümlerinin hitlerini dinlemek güzeldi. Ama konser boyunca kafama taktığım bir şey var ki, o takıntım belki başka bir yazının konusu olabilir..
- Bu hafta beni en çok mutlu eden olaylardan bir tanesi de Birleşmiş Milletler’in projesi için Türkiye’de gezmedik dağ köyü bırakmayan bir arkadaşımın bana getirdiği hediye oldu. Arkadaşım Milas’tan aldığı keçeyi, Datça’dan bademi, Kastamonu ve İnebolu’dan elma ekşisi ve pestili, Adatepe’den zeytinyağı ve kekikleri, Assos Küçükkuyu’dan yeşil zeytini, Trakya’dan kuskus, erişte ve tarhanayı, Afyon Basmakçı’dan rezeneyi, Milas’tan aldığı hayıt ağacından yapılma bir sepetin içinde getirdi bana. Sepetin içinde tüm bunlardan başka ‘ BUĞDAY’ dergisi de vardı. Bütün getirdiklerini afiyetle yiyiyorum. Buğday dergilerini de merakla okuyorum.
- Unutmadan ekleyeyim, bu aralar çok sevdiğim iki şarkı var, birincisi Rafet El Roman’dan ‘Yalancı Şahidim’, öteki de Özcan Deniz’den ‘Canım’... Bayılıyorum ikisine de.
* * *
Tunus ile ilgili olarak yazdığım yazıdan sonra, iki yıldır Tunus’ta yaşayan sevgili Damla Ömür Tantekin’den bir mail aldım. Damla Hanım mailinde Tunus’la ilgili gözlemlerimi takdirle ve ‘şaşkınlıkla’ okuduğunu yazdıktan sonra, benim yazdıklarıma ilave olarak ilginç birkaç ekleme yapmış. Sokaklarda, disko ve barlarda birçok erkeğin kulaklarının arkasına yasemin çiçeği taktıklarını ve bu durumun beni çok şaşırttığını yazmıştım ya, meğerse bunun bir anlamı varmış. Eğer yasemin sağ kulak arkasına takılıyorsan bu kalbinin dolu olduğu, sol kulak arkasına takılıyorsa kalbinin boş olduğu anlamına geliyormuş. Yani Tunuslular mesajı açık ve net veriyorlar... Tunusluların yaz aylarında en büyük hobileri plajlara gitmekmiş. Ama Tunuslu erkekler plajlara terlik bile giymeden sadece mayoları ile (yalın ayak- başı kabak) giderlermiş. Bunun sebebi de plajlarda terlikler dahil her şeyin çalınmasıymış.
Tunus’ta en kalabalık yerlerin yol kenarlarındaki kahveler olduğunu yazmıştım. Türkiye’de kahvelere gidenlerin çoğunun amacı okey, tavla, pişpirik oynamak ya da sohbet etmek olmasına karşın, Tunuslular kahvelerde oynamaz, konuşmaz, sadece sokağı seyrederlermiş. İşin en ilginç yanı da bu kahvelerde oturanların aslında ‘mesai saatleri içindeki’ vaktini, dükkanı yerine kahvede oturarak geçirmeyi tercih eden esnaflar oluşuymuş. ’Lundi prochain inşallah’ (Gelecek pazartesi inşallah) cümlesi Tunus’ta uzun süredir yaşayan yabancıların artık duymak istemedikleri bir cümleymiş. Özellikle disiplinli karakterleri ile bilinen Almanlar, Tunus’taki yaşamda en büyük zorluğu çeken kişilermiş. Çünkü inşallah kelimesinin anlamı Tunus’ta ‘Allahın izniyle’den, ‘Sen bu işe olmayacak gözüyle bak, kendini pek hazırlama’ya dönüşmüş ve Tunus’ta yaşayan yabancılar esnafa iş yaptırırken söze ‘Bana ‘inşallahlı’ cümle asla kurma’ diye başlıyorlarmış.
Herhangi bir trafik kazası olduğunda, özellikle bir aracın diğer bir araca arkadan çarpması durumunda bütün dünyada olduğu gibi, tartışmak, tutanak tutturmak, polis çağırmak gibi alışkanlıkları yokmuş Tunusluların. Kazadan sonra arabalarından dahi inmeden, hiçbir şey olmamış gibi yollarına devam ederlermiş. (Hiç olmazsa seyirciler trafiği tıkamıyorlar!)
Bunlar benim göremediğim, bilmediğim ayrıntılar. Okuyunca çok hoşuma gitti. İlginç geldi, sizlerin de ilgisini çekeceğini düşündüm. Damla Hanım’a bu bilgilerden dolayı çok teşekkürler.
NASIL BÜYÜDÜM
Ben büyürken, erkekler saçlarına jöle yerine limonsuyu sürerlerdi.