Geçen pazar sabahı, her pazar günü yaptığım gibi yataktan kalkar kalkmaz gazeteleri almak üzere markete gittim.
Pazar sabahları aylaklık ederken, bir sürü gazeteyi ve pazar eklerini okumayı çok seviyorum.
Eve gelip bir gazeteyi açtığımda manşetini görür görmez içime bir sıkıntı oturdu! Konuşmasından ve beyanat vermesinden en çok korktuğum ‘deprem profesörlerimizden’ Celal Şengör şöyle diyordu: ‘İstanbul’da en az 7.6 şiddetinde deprem olacak, bu deprem Yalova’daki fayı da tetiklerse bir 7.6 şiddetinde deprem daha olacak. Çok korkuyorum.’
Şimdi pazar pazar olacak şey değil. İçim daha çok sıkılmasın diye haberin tamamını okumamaya karar verdim. ‘Okusam ne değişecek, hiçbir şey!’
Hemen elime en eğlencelilerinden pazar ekleri alıp, onların magazin sayfalarındaki resimlere bakmaya, dedikodu haberlerini okumaya başladım. Ama aradan on dakika geçtikten sonra fark ettim ki okuduklarımı anlamıyorum (Yeteneksizlik işte!)
Evdeyken deprem olursa, nereden atlayacağımın, nereye saklanacağımın hesaplarını yapıyorum. (İtiraf etmeliyim ki arada bir yan gözle, kedim Zeynep’e bakıyorum ki, garip hareketler yapıyor mu? O gün yoksa bugün mü diye!)
Baktım olacak gibi değil, kendimi eğleştirmek, meşgul etmek üzere başka meşgaleler bulmalıyım, bastım televizyonun düğmesine.
Aklımca bir klip kanalı açıp kafamı dağıtacağım. Hani en azından karşıma Tarık Mengüç’ten ‘Şakşuka’ falan çıkar da ben de eğlenir, kafamı dağıtırım en azından. (İtiraf etmeliyim ki klip her yayınlandığında nefes almadan seyrediyorum!)
Televizyonun açma kapama düğmesine basar basmaz karşıma CNN Türk’ün saat 12.00 haberleri çıktı maalesef ki. Spiker en duygusuz surat ifadesiyle (Bütün spikerler mimik yapmamak ve duyguyu surat ifadelerinde göstermemek için botoks yaptırıyor olabilir mi?) son on yılın en şiddetli yağışının geleceğini, fırtına ve sel olacağını haber veriyor, herkes önlemini alsın diyordu!
Haydaaa!
Televizyonun karşısında neredeyse heykel kesildim. Öylece durup boş boş bakıyorum. Önce tabii her Türk’ün yaptığını yapıp hemen şöyle düşündüm, ‘Aman sanki bizim meteoroloji bugüne kadar neyi bilmiş ki bunu bilsin. Uyduruyorlar işte!‘
İçim rahatladı...
Ama birden aklıma geçen kış olan kar felaketindeki meteorolojik uyarıları da aynı sebeple dinlemeyip, yollarda yaklaşık beş saat sürünmem gelince, ‘Neden olmasın?’ dedim.
Tam bu sırada AKOM’dan (Afet Koordinasyon Merkezi) canlı bağlantıyla karşıma İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş gelmez mi? O da aynı şeyleri söylüyor, işte dere yatakları tahliye edilecek, İstanbul’a son on yılın en büyük yağmuru yağacak, sel olacak falan diyor...
Korku filmi gibi!
Bir yanda Celal Şengör, bir yanda Kadir Topbaş, herhalde kabus dedikleri şey bu olsa gerek! Ama ikisi de sonuçta aynı şeyleri söylüyor: ‘Felaket geliyor önleminizi alın!’ Tamam alalım. Alalım ama ne yapalım? Kimse bunu söylemiyor.
O gece huzursuz bir uyku uyudum. Bir yandan dışardan gelecek yağmur sesini dinlerken, bir yandan yatağım sallanıyor mu diye aportta beklerken, sabahı sabah ettim tabii ki!
Pazartesi sabahı, sabahın köründe yataktan fırlayıp, hemen televizyonun başına koştum. Kadir Topbaş, en janti kıyafetleriyle AKOM’dan bildirmekte, ‘Her şey akşam saat beş sularında başlayacak. Evinize dönün. Felaket geliyor’ demekte! (Tüm bunlar çok miktarda Hollywood filmi seyretmenin etkileri olabilir mi?)
Bir gazetenin baş sayfasında bilumum ‘deprem uzmanları’ deprem toto oynamaktayken (Altı nokta sekiz olur, hayır, yedi nokta bilmem kaç olacak, fay iki yerden kırılacak, hayır üç yerden kırılacak) meteoroloji uzmanları da son on yılın en şiddetli yağışı olacağı ve metrekareye kaç kilogram yağış düşeceği yolundaki sel totolarını da aynı gün içinde oynamaktalar...
Bütün bu totoların ve iddialaşmaların bize ne faydasının dokunduğunu ise ben henüz anlamış değilim. Önleminizi alın diyorlar ya, ne yapalım yani tam olarak?
Evi, barkı her şeyi fay geçmeyen bir yere mi taşıyalım?
Hiç sinemaya, tiyatroya, kafeye gitmeyelim mi?
Lokantalarda yemek yemeyelim mi?
Gittiğimiz her yerde ‘bina sağlam’ raporu mu isteyelim?
Mesela bir arkadaşımızın evine misafir olarak gitmeden önce binanın sağlam olup olmadığı yönündeki rapora mı bakalım?
Ya da İstanbul’da sel tehlikesiyle karşı karşıya olan insanlar bir gecede evlerini mi taşısınlar?
Ne olsun? Ne yapalım? Nasıl yapalım? Nasıl yapsınlar?
Azıcık yazıp okuyan herkes bu depremin bir gün olacağını biliyor zaten. Parası olan da önlemini alıyor. Daha sağlam binalara taşınıyor, fay hattından daha uzak yerlere kaçıyor.
E olmayanlar ne yapacak? Korkutarak ne geçiyor elinize? Bilim adamının görevi sadece ‘öcü’ geliyor demek mi? Elli altmış bin kişi ölecek demek mi? Öleceksiniz, öleceksiniz, öleceksin, öleceksin demek mi?
Geçen gün bindiğim bir taksinin şoförü, çaresizlik içinde anlattı: ‘Zaten zar zor bir ev aldım. Sağlamlaştıralım diyoruz, apartmanda oy birliği sağlanamıyor, herkesin parası yok ki abi! Olmuyor. Ben de bıraktım artık peşini. Bari konuşmasalar artık. Ne güzel unutmuştuk!’
Kim yardım edecek bu insanlara? Ne yapsınlar? Evlerini nasıl sağlamlaştırsınlar? Bunu da söylesenize lütfen?
NASIL BÜYÜDÜM
Ben büyürken, televizyon ekranlarının önüne mavi plastikten yapılma bir koruyucu konurdu.