Köşe yazarı olmanın en zor taraflarından birisi de, tatil günleri için önceden yazı yazmanızın şart olması.
Şimdi ‘Köşe yazarı’ yazdım ya kendim için, birden bire huzursuzluk kapladı içimi. Yazdım, sildim, sonra yine yazdım, yine sildim. Ama ‘köşe yazarı’ yerine uygun bir niteleme sıfatı da bulamadım bu yaptığım işi tanımlamak için.
‘Karalama deftercisi’ desem, fena durmuyor ama pek de uymuyor gibi sanki. Hem Sayın Doğan Hızlan’ın CNN Türk’de yaptığı kültür sanat programının adı Karalama Defteri. Şimdi Doğan Hızlan’a özeniyor falan derler. Aman benim ne haddime. Doğan Hızlan usta kim, ben kim? Hemen bu sıfattan da vazgeçtim doğal olarak.
‘Şeytan’ın avukatlığını yapmaya çalışan kişi’ desem, hani bana yakışıyor, fena da durmuyor. Ama, koskocaman Çetin Altan’ın köşesinin adını çağrıştırıyor. Hadsizlik diz boyu olur ki, bunun üzerine zaten ne desem boş!!
‘Doğrucu Davutçuluk Oynamaca’ geldi aklıma. Hani öylee tanındım ya, aklına geleni söylüyormuşum gibi. Ama durdum düşündüm, Koskoca kalem ustası, Bekir Coşkun’un ‘Onuncu Köy’ köşesinin adını çalmışım gibi durur ki, o durumda şuursuzluğumu sizde affetmezsiniz sanırım.
‘Bir türlü duygularını ifade edemeyen yazarlamacı’ , ‘Yazı yazmaya çalışarak, egosunu tatmin etmeye çalışan sıradan, hissiz, duygusuz kişi’, ‘Bir popüler kültür mantarının güncesi’, ‘Hasbelkader şöhret olmuş bir popüler kültür mantarının evrak-ı metrukesi’, ‘Çalakalem yazı yazabilme üstadının yazı yazma denemeleri’ diyeyim dedim, bütün bu niteleme sıfatları benim durumumu gerçekten, doğru olarak tanımlamasına rağmen, sırf kendime ‘köşe yazarı’ dememek adına, biraz fazla uzun geldiler bana.
Ne de olsa ‘köşe yazarı’ olunca derdinizi kısa, net ve anlaşılır biçimde ifade etmeniz gerekiyor ki, bu durumda ben daha baştan kaybetmiş oluyorum yarışı!( Ne yarışıysa!!. )
Bulduğum bütün niteleme sıfatları işe yaramayınca, olmayan zeka ve yaratıcılık gücümü daha fazla zorlamamı istemedikleri için buluyorlar bana bu sıfatları herhalde diye düşündüğüm, diğer köşe yazarları tarafından bana yakıştırılmış (her birinin kaleminden adıma yazılmış iyi kötü her cümleye saygı duyuyorum, o ayrı mevzuu!) sıfatları kullanayım bari dedim.
Sayın Hakkı Devrim tarafından, ‘Bulduğu bütün kitapları okuyup, kasetleri dinleyerek kendini yetiştirdiğini düşünen Armağan Çağlayan, TDK deyişiyle tam bir televizyon görüngüsü.’
Bu uzun sıfattan çıkarılacak kıssadan hisse olarak, ‘Bir televizyon görüngüsünün karalamacısı’ diyebiliriz mesela. Ama bu da uzun.
Sayın Nur Çintay tarafından bana atfedilmiş bulunan ‘Varlığım bu egoya Armağan olsun’ cümlesi var ki, bence fena durmuyor gibi.....
Sayın Perihan Mağden’in niteleme sıfatları kabul etmem gerekir ki, beni iyi tanımlayan, yaratıcı, ve önünde fazlasıyla bir saygıyla eğilip, taktir ettiğim sıfatlar. Buyrun örnekleri: ‘Kompleks yumurcağı’ , ‘Kasabanın intikamı’, ‘Mantık düşüklüğü’, ‘Üstün yeteneksizliğiyle, yarışmacılara çımkırdığı kadar şişman, detone ve sözleri unutulmuş şarkıcılık muadili yazı(r)lamacı.’
Bir de son olarak unutmadan ve söylemeden geçemeyeceğim, Sayın Hakkı Devrim tarafından söylenmiş bir sıfatım daha var: ‘Bok yedibaşı.’ (3.10.2004 Radikal)
Bana başarıyla yakıştırılmış sıfatlar içinde en çok beğendiklerimin, ‘Bok yedibaşı’ ve ‘Kasabanın intikamı’ ile ‘Kompleks yumurcağı’ olduğunu söylemek isterim.
Sonunda bunca yerinde ve doğru söylenmiş ve emekle bulunmuş sıfata rağmen, ‘köşe yazarı’ yerine hangisini kullanmam gerektiğine bir türlü karar veremediğim için, seçimi size bıraktım. Lütfen elektronik posta marifeti ile bana en çok yakıştığını düşündüğünüzü bildiriniz. Merci!
Bu bir araba lafı sırf kendime ‘köşe yazarı’ dememek için ettim. Çünkü ‘köşe yazarı’ olabilmenin belirli kuralları var. Her meslekte olduğu gibi, yasası ve kitabı olmasa da, köşe yazarlığının da kural koyucuları var. Köşe yazarlığının görünmez kuralına uymazsan çarpılırsın. Ve ben bu kitabın koşullarını yerine getirememiş birisiyim maalesef ki.
Bir kere o (Köşe yazarlığı bundan böyle ‘o’ sıfatıyla anılacaktır. Kendi kendime köşe yazarı unvanını vermemek için bulabildiğim en yaratıcı fikir de budur!) sıfata sahip olabilmek için, televizyon şöhreti olmamanız gerekir. Bu en gerek ve yeter şarttır. Öyle haddiniz olmayan şeyler konusunda zaten ‘ahkam’ kesmemeniz gerekir. (Mesela İbrahim Tatlıses’in kişilik hakları gibi!) Ayrıca yapmanız gereken şeylerden bir tanesi de, köşeciler komiserliğidir’. Yani benim Popstar jüri üyeliğim sırasında yarışmacılardan Ceyda’ya yaptığım gibi, ‘Kötüüüü, kötüüüü, çok kötüüüü yazıyorsun’ diyebilmektir ki, ben bunu zaten diyemem. Haddime düşmez. Kişi kendini bilmek kadar da irfan olmaz!
Her zaman olduğu gibi beynimin sol tarafına ev ödevi veriyorum, ‘o’ sıfat yerine bir şey bulunacak! Başka yolu yok!!!