Birçok insan gibi ben de bahar aylarında depresyon belirtileri gösterenlerdenim.
Bir arkadaşımla sohbet ederken, bana sordu ‘Sen ne yaparak rahatlarsın’ diye. Rahatlamak için yaptığım şeyleri düşündüm bir an.
İlk aklıma televizyon seyretmek geldi, şöyle geçip televizyonun karşısına, meyveleri bir tabağa koyup, ayaklarını uzatıp sevdiğin bir diziyi ya da eğlence programını seyretmek beni pek rahatlatmıyor. Çünkü o anda da iş yapıyor beynim. Meslek hastalığı başlıyor burada doğal olarak, ‘Şurası olmamış’ gibi, ‘Bu programın seyirci tarafından tutulmasının sebebi şudur’ gibi çalışıyor beynim, dolayısı ile televizyon seyretmek rahatlatmıyor. Vakit geçirmek, eğlenmek için karşısına oturduğum televizyonda hala iş yaptığımı fark ediyorum.
Müzik dinlerken de, aynı sorunu yaşıyorum, tamam işte bu şarkı çok tutacak, hemen yaptığımız bir eğlence programına bu şarkıyı söyleyen şarkıcıyı konuk alalım diye çalışıyor beynim.
Gazete dergi okurken de, gündemdeki konuları, kişileri, olayları, kadınların ve çocukların dünyasını bir televizyoncu gözüyle okuduğum için, bunu yapmak da bir rahatlama yöntemi değil benim için.
***
Tiyatroya gittiğimde, kitap okuduğumda, müzik dinlediğimde, televizyon seyrettiğimde hep iş yapıyorum aslında. Eskiden rahatlamak için alışverişe çıkardım, artık onu da pek yapamıyorum. Sanırım popüler kültürün bu kadar içinden bir iş yapmak, insanın kaçış noktalarını elinden alıyor. Televizyoncu olmayı düşünen arkadaşlara duyrulur.
BUGÜN NE YAPMAYALIM
Sigara içmeyelim içiyorsak azaltalım...
Neden ‘Sınıf Öğretmeni’
Bu köşenin adının niye ‘Sınıf Öğretmeni’ olduğunu bana çok kişi sordu. Ailemde birçok ilkokul öğretmeni var. Hem dedem, hem de annem öğretmen. Bana okuma yazmayı öğreten kişi annemdir, annemin birinci sınıfı okuttuğu yıl, bana bakacak kimse olmadığı için okula başladım ve okumayı öğrendim. Sınıfta herkes öğretmenim diye bağırırken, ben anne diye bağırdığım için, sınıfın asayişini bozmam sebebiyle, annem bir daha ki yıl başka bir öğretmenin sınıfında öğrencilik hayatımı sürdürmemin doğru olacağını düşündü.
***
Ancak köşenin isminin, annemin ya da dedemin öğretmen olmasıyla hiçbir ilgisi yok. İlkokuldaki üçüncü öğretmenimin ilginç bir yöntemi vardı. O yaşlarda bilirsiniz, çocuklar yerli yersiz sorular sorarlar, büyükler de bu soruları çocuk dilinde olduğu için anlatmakta zorlanırlar.
Öğretmenimiz bir konuyu anlatırken, aramızdan herhangi birisi bir soru sorduğunda, birden sınıfa döner ve şöyle derdi: ‘Arkadaşınız çok güzel bir soru sordu. Bu akşamki ev ödeviniz bu. Herkes akşama araştırsın ve yarın bu konuya hazırlansın.’
Bu sebeple, bu tip sorular soran arkadaşlarıma kızmışlığım bile vardır. Ne zor olurdu o soruların cevaplarını bulmak... O konuda öğretmenimizin bir fikri mi yoktu, yoksa bizi araştırmaya sevk etmek için mi bu yöntemi oluşturdu, bunu hiçbir zaman bilemeyeceğim.
***
Ben o öğretmenim sayesinde, araştırmayla, kitaplarla, ansiklopedilerle haşır neşir oldum. Belki arkadaşlarımın o zaman çok kızdığım manasız soruları olmasaydı, öğretmenim müfredat peşinde koşan klasik bir eğitmen olsaydı, hayata bu kadar sorgulayıcı gözlerle de bakmayacaktım.
İşte belki de televizyoncu olmamın (ve daha sonra gelen ünümün) ilk tohumlarını o zaman öğretmenim atmış. Hatta bu yazıların da. İşte bu sebeple bu köşenin adı ‘Sınıf öğretmeni’... Buradan öğretmenime selam olsun!
NASIL BÜYÜDÜM
Ben büyürken gazoz içenler, içine sarı leblebi atardı.