Büyünce ne olacaksın çocuğum?

‘Anneni mi daha çok seviyorsun yoksa babanı mı? ‘

‘İkisini de eşit seviyorum’ (Tabii ki yalan. Hem de en kuyruklusundan)

‘Kardeşini seviyor musun?‘

‘Evet’ (Aslında doğrusu şöyle olmalıdır: Çoğunlukla evet. Ama ilgi çok ona kaydığında hayır!)

‘Öğretmenini seviyor musun?’

‘Evet’ (Sanki hayır dese alıp başka bir okula götürecek!)

‘Büyüyünce ne olmak istiyorsun?‘

‘Doktor‘ (Her Türk çocuğu gibi)

Bu soruları okumak bile, eminim sizleri çocukluğunuza götürmüştür. Peki siz de sinir olur muydunuz bu sorular sorulduğunda. Üstelik soruları soran, alacağı cevapları o kadar iyi biliyordur ki, soruyu sormanın hiçbir manası yoktur. Bu soruları çocuklara sormanın ne amacı olabilir? Tek amaç, ‘Bak küçük, ben seninle ilgileniyorum’ demek sanırım. (Eee ilgileniyorsun ama beni yalan söylemek zorunda bırakıyorsun. Hem ilgi böyle mi olur? Bildiğin en iyi ilgilenme biçimi bu mu?)

Bana en çok, ‘Büyüyünce ne olmak istiyorsun’ sorusu sorulurdu nedense? Çalışkan bir öğrenci olduğumdandır belki de. İlkokul yıllarımda dedem ve annemle ilgili olarak sanırım, ‘Öğretmen olmak istiyorum’ derdim bu soruya cevap olarak.

Ortaokul yıllarında bu soru bana ne zaman sorulsa, idealist olmaktan vazgeçip, materyalist olmaya karar verdiğim için ‘Doktor olmak istiyorum’ dedim. Belki de doktor olmak isteğimde, o yıllarda olduğum menisküs ameliyatının rolü vardır. (Beni ameliyat eden doktor çok havalı yürürdü koridorlarda. Hastalar neredeyse cumhurbaşkanıyla konuşur gibi konuşurlardı onunla. Tabii o zamanlar bunun sadece ‘Aman bir tatsızlık çıkmasın, işimiz görülsün. Şimdi saygıda kusur edersek, doktor bizimle ilgilenmez’ mantığıyla yapıldığını anlamıyordum.)

Lise yıllarımda doktor olmaktan vazgeçip, psikoloji okumak istedim. Hatta ÖSS sınavına girerken ilk tercih olarak ‘Psikoloji’ bölümünü yazacaktım. Bu kez de babamın materyalist yaklaşımlarından dolayı en son tercihim oldu İstanbul Üniversitesi Psikoloji Bölümü.

Psikoloji bölümünde okumayı çok istememe rağmen ben hukuk fakültesini kazanıp avukat oldum. Avukat olmak, bir hukuk adamı olmak hayatımın hiç bir döneminde aklımdan geçmeyen bir şeydi. Hiç düşünmemiştim ve bana sorulan ‘Büyüyünce ne olacaksın’ sorusuna hiçbir zaman ‘Avukat’ diye cevap vermemiştim.

Avukat oldum ama o mesleği yaptığım herhangi bir anda hiç mutlu olmadım. İşini yaparken elleri kopan işçilere şirketin daha az tazminat ödemesi için elimden geleni yapmak ya da ticaret yapan kocası borcunu öde(ye)mediği için bir kadının ve çocuklarının gözyaşları arasında mallarını haczetmek hiç iyi gelmedi bana. Bıraktım...

Sonra çoğunuzun bildiği gibi tesadüfen televizyonculukla tanıştım ve bugün hasbelkader buralardayım.

Ben ne kolejlerde, ne Anadolu liselerinde okudum, ne de özel hocalarım oldu. Devlet lisesini bitirdim, ata binmedim, çocukken tenis dersi almadım, piyano çalmıyorum, eskrim hiç öğrenmedim, yüzme kurslarına gitmedim, başımda devamlı ‘ders çalışsana’ diyen annem babam da hiç olmadı. Ama şu an yaptığım işten de, kazandığım paradan da çok mutluyum.

Şimdi çevremde çocuğu olan arkadaşlarıma bakıyorum da çoğunda aynı hırs var. Çocuğum özel okula gitmeli, tenis oynamalı, piyano çalmalı, yüzme ihtisasta yüzmeli, özel hocalardan ders almalı... Çünkü benim çocuğum ‘özel’ olmalı... İçim acıyor o çocukları gördükçe. Onların yerine ben bunalıyorum. Anne babalar kendi yapamadıklarını çocukları yapsın istiyorlar çünkü. Ben tenis oynayamadım sen oyna, ben ata binemedim sen bin, ben kolejlerde okuyamadım sen oku diyorlar!

Bir arkadaşımın daha on yaşındaki çocuğunun neredeyse başını kaşıyacak vakti yok. Benden beter! Oradan oraya koşturup duruyor daha bu yaşında. Piyano dersinden, eskrim dersine kadar almadığı ders kalmadı nerdeyse. Çocuk her yeni şeyden sıkıldığında da ona yapacak yepyeni bir şey bulmalarında da üstlerine yok maşallah!

‘Ata binmekten sıkıldın mı çocuğum? Tamam binme o zaman, seni eskrim kursuna yollayalım’

‘Piyanodan da mı sıkıldın, tamam o zaman yarın hemen lir kurslarına başla’ dediğini duyduğumda gözlerim fal taşı gibi açıldı. Yahu niye sen karar veriyorsun çocuğun hangi sporu yapacağına, hangi enstrümanı çalacağına. Bırak, isterse yapar, istemezse yapmaz, isterse çalar istemezse çalmaz. Bir enstrüman çalarsa tabii ki iyi de, çalmazsa ne kaybeder? Mesela lir çalmayı bilmezse hayatından ne eksilir?

Peki hiç düşünüyor musunuz bu çocuklar büyüyünce ne yapacaklar? Sıkılmayacaklar mı? Hayatta ki zevkleri yalayıp yutmuş, amaçsız, hissetmeyecekler mi kendilerini? Bence hissedecekler. Hem de çok. Onlara da kendi hayatlarını kendilerinin renklendirmeleri için fırsat vermemiz gerekmiyor mu?

Sevgili anne ve babam, iyi ki bu kadar hırslı değilmişsiniz de bana otuz sekiz yaşımda hala hayatın keşfedilecek yönlerini kendi kendime keşfetme imkanı bırakmışsınız. Oh be!

NASIL BÜYÜDÜM

Ben büyürken, şişe satıp kazandığım parayla sinemaya giderdim.
Yazarın Tüm Yazıları