Hiç psikoterapi seansına gittiniz mi? Aslında zor bir iş. Hem sabrınızı deniyorsunuz, hem kendinizle yüzleşiyorsunuz, hem dünya kadar para veriyor, hem de çok eğleniyorsunuz!
Psikoterapi seanslarına başlamadan önce hangi psikoterapiste gideceğinize karar vermeniz gerekiyor. Diyelim ki, çok ünlü bir psikoterapiste gideceksiniz; şimdi sıra randevu almakta. Muayenehaneyi aradığınızda karşınıza, hayatından bezmiş bir ses tonuyla konuşan sekreter çıkıyor. Zaten kendinizi psikoterapiye başlayacak kadar kötü hissediyorsunuz ve 1001 güçlükle karar vermişsiniz, bu sesi duyar duymaz içsel mutluluğunuza ulaşmak adına taşıdığınız umut bir kez daha kırılıyor ve ‘Vazgeçsem mi acaba?’ diye düşünüyorsunuz. Hala vazgeçmediyseniz eğer, sekreterle aranızda şöyle bir konuşma geçiyor:
- Psikoterapi merkezi.
- Randevu alacaktım.
- Tabii, ne zaman için.
- Mümkünse hemen... Mesela bu akşamüstü?..
- İmkansız. Doktor beyin bütün randevuları dolu.
- En erken ne zaman olabilir?
- Bir bakalım efendim. Şubat ayına verebiliyorum randevuyu.
- Hangi şubat hanımefendi? Nisan ayındayız zaten, yanlış bir yere bakıyorsunuz!
- Hayır beyefendi, 2005 Şubat ayının ilk haftasına verebiliyorum randevuyu. Saat kaç olsun?
- O zamana kadar ruh sağlığım iyice bozulmamışsa, hala aynı şehirde yaşıyor ve aynı işte çalışıyorsam, saat 19.30 olsun lütfen.
- 19.30 mümkün değil beyefendi. O saatte doktor bey dolu, saat 15.30 uygun mu?
***
Neyse, tarih ve saat konusunda dehşetten küçük dilinizi yutarak, bir anlaşmaya varıyorsunuz. Ama bir taraftan da içiniz ferahlıyor. Demek ki kendini kötü hisseden bir yığın insan var. Yaşasın, yalnız değilim! Ama öldürücü soruyu en sona saklıyor sekreter:
- Adınızı, soyadınızı ve telefonunuzu alabilir miyim?
Hah işte, aldınız mı başınıza belayı? Zaten çok gizli bir iş yapıyorsunuz, kimseler duymasın istiyorsunuz. Yoksa adınız, tescilli deliye çıkacak, arkadaş sohbetlerinde arkanızdan ‘amaaan uymayın ona, zaten terapiye bile gidiyor, deli işte’ diyecekler. Ama bu yola baş koyduysanız eğer, ölmek var dönmek yok, vereceksiniz o bilgileri. Derin bir nefes alıp onu da söylüyorsunuz.
‘Armağan Çağlayan. Telefonum ... (Sanmayın ki boşluğuma gelecek, telefon numaramı da yazacağım!)
Ama bezgin sesli sekreter, son darbeyi telefonu kapatmadan önce vuruyor size.
‘Seans ücretimiz ... liradır. Seanslar 50 dakikadır. Eğer 24 saat önceden gelemeyeceğiniz seansı iptal etmezseniz, o seansın ücretini de ödemek zorundasınız. Şubat 2005’te görüşmek üzere.’
***
Aradan günler, aylar geçiyor ve şubat ayı geliyor. Muayenehaneye gidiyorsunuz. O bezgin sekreter kapıyı açıyor ve sizi bir bekleme salonuna alıyor. Doğal olarak sizden başka bekleyenler de var. İnsanlar göz göze gelmemek için özel çaba sarfediyor. Çünkü herkesin aklındaki soru aynı: ‘Ya tanıdık birini görürsem ve terapiye geldiğim duyulursa.’
Hemen sandalyenin bir köşesine ilişip, bir dergi kapıyor ve yüzünüzü dergiye gömerek, okuyormuş gibi yapıyorsunuz. İç sesiniz ‘Allah’ım neden geldim buraya’ derken, birisi adınızı söylüyor (susssss, n’olur sussss). Başınızı kaldırdığınızda birisinin sizi gülümseyerek odasına davet ettiğini fark ediyorsunuz. Kendinizi odaya attığınız an, terapistinizle tanışıyorsunuz ve artık seanstasınız.
İşte şimdi karşınızda aşmanız gereken üçüncü engel var: Bu adam ne kadar güvenilir acaba? Ya anlatacağım şeyleri orada burada başkalarına anlatıp, beni reklam ederse? Olur mu olur yani!
Efendim bu terapilerin de çeşitli yöntemleri var. Klasik psikoterapi, davranışcı yöntem ve sistematik psikoterapi. Sizin gittiğiniz doktorun bağlı olduğu yöntem, aslında sizin tedavi sürenizi de belirliyor. (Yani ben beş yıldır gidiyorum diye, beni ağır vaka sanmayın. Ne yapayım benim terapistimin yöntemi biraz uzayan bir yöntem). Ve ilk sorular geliyor.
‘Niye geldiniz? Beni nerden nasıl buldunuz?’
Niye geldiniz sorusuna ne diyeceğinizi bilemiyorsunuz. İnsanın içinden aslında bir sürü şey geliyor da dili varmıyor tabii. (İsminizi beğendim de geldim denebilir, çok mutluyum mutluluğumu hayatımda ilk kez göreceğim birisiyle paylaşmak istedim de geldim denebilir). Niye geleceğim? Kendimi iyi hissetmiyorum!
İşte seansınız başladı. Doktor, elinde kağıt ve kalem söylediklerinizi not almaya başlıyor. Eyvah bu adam söylediklerimi yazacak, sonra Irwen Yallom gibi beni bir kitabın konusu yapacak korkusunu yüreğinizin bir köşesinde taşıyarak başlıyorsunuz anlatmaya. (Hoş bu Türkiye’de olmamış bir şey değil. Bir psikiyatr, bütün gizlilik kurallarını hiçe sayarak, adıyla sanıyla bütün ünlü hastalarının sırlarını kitap yaptı.)
4-5 cümle sonra, bir suskunluk oluyor. Siz bekliyorsunuz ki, doktor bir şey söylesin, siz de kendinizi iyi hissedin. Ama hayır, hiçbir şey söylemiyor. (Oysa siz o anda doktor size acısın, hatta kalksın sımsıkı sarılsın falan istiyorsunuz.) Konuşmalar, konuşmalar... Ve birden doktorun size çaktırmadan saatine baktığını fark ediyorsunuz. Bu da size seansınızın bittiğini hatırlatıyor zaten. Haftaya görüşmek üzere diyerek, neredeyse bir evin ilk taksidi tutarındaki seans ücretini sekretere vererek kendinizi dışarı atıyorsunuz.
Bu seanslar birkaç yıl sürüyor, ama gözünüz korkmasın... Değer. Sabrettiğiniz zaman, ne kadar doğru bir şey yaptığınızı anlıyorsunuz. Artık kendinizi daha iyi tanıyor, hayatta daha az yanlış yapıyor, yanlışlarınızın sebebini biliyor, en önemlisi kendinizle daha barışık oluyor ve hayata başka pencerelerden de bakabilmeyi öğrenmiş oluyorsunuz.
Ben beş yıldır sabırla gidiyorum. Bu yazı belki de benim terapimin artık bitme zamanının geldiğini gösteren bir yazı. Çünkü terapiyi bitirmeye, siz karar veriyorsunuz. Sanırım benim için zaman bu zaman. Ama durun ya... bu zaman doğru zaman mı, ben terapistime bir danışayım. Ya bu yazıyı okuduktan sonra bana kızarsa? (Hala böyle düşünüyorsam, emin olun doğru zaman değil! Daha bir 2 yılım var sanırım). Ve eğer hala terapiye devam edeceksem, bu yazıdan sonra kendime psikoterapist de bulmam zorlaşacak sanırım!
SİMGE...
Çarşamba günü Türkstar ve tombul finalist Simge ile ilgili bir yazı yazacağım. Yazımı bir gün önceden teslim ettiğim için, bu yazıyı yazarken Türkstar’ın bu haftaki sıralaması henüz belli olmamıştı (ama benim tahminlerime göre Simge bu haftayı birincilikle kapatacak.) Yazıyı yazmak için sonuçları bekliyorum.
BUGÜN NE YAPMAYALIM
Bahar yorgunluğuna kapılıp, evde pineklemeyelim.
NASIL BÜYÜDÜM
Ben büyürken her evde televizyona bağlı regülatörler vardı.