Aynı iş yerinde yıllardır beraber çalıştığım, hatta çoğu zaman iş gereği çok yakın çalışmak zorunda kaldığım bir iş arkadaşım var.
Hayatta görebileceğiniz, en enteresan, en değişik karakterlerden bir tanesi. En baştan söylemeliyim ki onu tanıdığım için mutluyum. Çünkü bir daha tanıyamayacağım kadar değişik bir karakter yapısı var. Yok adını yazıp onu bütün Türkiye’ye reklam etmeyi düşünmüyorum, adını yazmadan anlatacağım onu size.
Hayatımda bugüne kadar gördüğüm en takıntılı insanlardan bir tanesi. Onun kadar takıntılısına rastlamadım, bundan sonra da rastlayacağımı sanmıyorum. Ne takıntısı var derseniz, söyleyeyim, ‘takıntı takıntısı’ var!
Yani olmayan takıntısı yok, her şeye takıntılı. Evde yaptığı koleksiyon sayısını eminim kendisi de hatırlamıyor. Sinema biletinden kaleme kadar her şeyin koleksiyonunu yapıyor tabii ki! Eğer siz bir şeyin koleksiyonunu yapıyorsanız ve bunu onun yanında söylerseniz, hooop ona takıyor ve o koleksiyonu da yapmaya başlıyor!
Bulamadığınız her türlü telefon numarasını ondan öğrenebilirsiniz. Diyelim ki ‘Kanarya Sevenler Derneği’nin telefonunu arıyorsunuz değil mi? Ne yaparsınız, önce bilinmeyen numaralar servisini denersiniz, sonra internete bakarsınız ama bulamadınız! Üzülmeyin mutlaka onun ajandasında vardır! Artık ben bilinmeyen numaraları falan aramaya uğraşmıyorum, direkt onu arıyorum. Gerisi vakit kaybı çünkü...
Bunların yanında malı acayip kıymetlidir. Hayattaki en önemli varlıklarından bir tanesi cep telefonlarıdır. Birkaç tane cep telefonu vardır. (Tabii bu cep telefonlarının giydiği kıyafetlere göre değiştirilen kapakları da var. Ciddi söylüyorum, pembe kazak giyince telefonuna pembe kapak takıyor!) Nereye giderse gitsin yanından hiç ayırmaz, hatta gözünden bile sakınır bu en değerli varlıklarını. Bir kez ufacık bir yeri çizilen bir cep telefonu için, bütün şirketi ayağa kaldırdı. Bakkaldan, aseton, tiner, gaz yağı, benzin gibi ne kadar uçucu madde varsa ısmarlayıp, bütün bunları tek tek pamuklara döküp, o ufacık çiziği telefonundan çıkarmaya çalıştı, çıkaramayınca da geçici bir süre için hayata küstü!
* * *
En sevdiği şeylerden bir tanesi de kısa mesaj çekmektir. Sanıyorum günde yaklaşık 50-60 kısa mesaj çekiyor. Eğer işle ilgili bir sorun varsa, yani iş sebebiyle aramızda bir sorun oluştuysa ve onunla hafif atıştıysam bu durum tam anlamıyla yandığımın resmidir işte! Gün boyunca ve hatta bütün bir gece boyunca telefonunuzu kısa mesaj yağmuruna tutar. İlk zamanlar hiç cevap vermezsem, o da bir daha yazmaz diye düşünüyordum ama, bir kez yaşayınca, öyle olmadığını anladım. Ama bu tuzağa kesinlikle düşmemeniz gerekiyor. Tuzak şu: Eğer kısa mesaja siz de kısa mesajla cevap verirseniz, bu mesajlaşma işlemi (!) sabaha kadar sürüyor. Sonradan anladım ki, bu durumda yapmam gereken iki şey var: Ya telefonu kapatacağım (Açık söyleyeyim böyle zamanlarda telefonum servis dışı olsun ve onun takıntısı geçene kadar açılması istiyorum!) ya da telefonu açıp onunla konuşacağım (diğer bir deyimle münakaşa edeceğim).
Son dönemlerdeki takıntısı karın bölgesindeki yağları! Şişman mı diye sorarsanız, hayır dal gibi hatta üfleseniz uçacak. Ama o takmış bir kere bu duruma. Bütün gün aç geziyor. Sonra günün sonunda hemen eliyle karın bölgesindeki yağlarını erimiş mi? Erimemiş mi? diye kontrol ediyor. Baktı böyle eritemeyecek, yağ çektirme ameliyatı olmaya karar verdi. Ama tabii bu kararı vermesi yetmiyor. Bu günlerde harıl harıl bu ameliyatı yapacak iyi bir doktor arıyor. İstanbul’da hatta Türkiye’de bu konu ile ilgili görüşmediği doktor kaldı mı, emin değilim.
* * *
Onunla ilgili çok sevdiğim bir hikayeyi size anlatmak isterim. Bambaşka biri diye bir program yapıyorduk. Bu programda vücudunun belirli bölgelerinden mutlu olmayan bayanlar estetik ameliyat olmak için programa başvuruyorlar, kabul edilirlerse de ameliyatları program tarafından yaptırılıyordu. Bu programda çalışmaya başladıktan sonra o burnunun yamuk olduğuna ve estetiğe ihtiyacı olduğuna karar verdi. (Oysa burnu hokka gibi denen cinsten!) hemen kendine bir doktor buldu, bilgisayar programları ile yeni burnunun nasıl olacağını gördü ve ameliyat olmaya karar verdi!
O bu yazıyı okuduktan sonra başıma gelecekleri tahmin edebiliyorum. Önce kırgın ve kırılmış bir sesle bana ‘Armağan, ben böyle miyim? Değilim. Aşk olsun’ diyecek. Sonra bu konuşma da onu kesmeyecek, odama gelecek gözleri dolu dolu bana kırıldığını, durumu abarttığımı söyleyecek. Ve hatta ağlayacak (Sinirlenince çok sık ağlar da!) . Bu da onu kesmeyecek ve telefonuma mesaj yağdıracak!
Ben onu çok seviyorum, çünkü bana hep ‘takıntılı’ insanların ne kadar eğlenceli olduklarını hatırlatıyor! (Bu durumun benim de takıntılı birisi olmamla ilgisi var mıdır sizce? Ama yok ben onun kadar değilim. Vallahi değilim. Değilim di mi? Değilim ya! Yok o kadar da değil!)