Bu duyguyu en son ne zaman yaşadığımı hatırlamıyorum, hatırlayamadığıma göre de çok uzun zaman olmuş belli ki.Hani bir laf vardır, hep derler ya ‘Babaevinin sıcaklığını özlemişim’ diye. Yıllar sonra ilk kez, ana baba evinin sıcaklığını, o evdeki ilgiyi, gösterilen özeni özlediğimi hissettim dün.Yaklaşık 13 yıl önce, biraz özgürlük tutkusundan, biraz ruhumdaki asilik yüzünden, biraz da, kendi başıma da ayakta durabileceğimi göstermek için, bavulumu alıp İstanbul’a ‘göçtüm’. Ana- baba evinden ayrılıp tek başıma yaşamaya başladığım ilk günlerde sık sık o evi ziyarete gider, hatta zaman zaman iki üç gece orada yatıya bile kalırdım. Aradan yıllar geçip, işe güce, koşuşturmaya dalınca çok seyrek gitmeye başladım babaevine. Hatta orada, en son ne zaman uyuyup sabahı onlarla beraber karşıladık hatırlayamıyorum bile. Çok uzun zaman olmuş belli ki, neresinden baksanız yedi sekiz yılı vardır.Dün akşam -yine - iş sebebiyle ( iyi ki bu iş var!) akşamüstü Hereke’ye, ana baba ocağının olduğu yere gittiğimde, annem balkondan sevinç çığlıkları atarak karşıladı beni, babam her zamanki gibi odasında televizyonun karşısındaki yerini almıştı, annemin bembeyaz danteli mutfak masasının üzerinde ele alınıp örülmeyi bekliyordu, çay ocakta yine fokur fokur kaynıyor, annemin limonlu, açık, sakarinli çayı dantelinin hemen yanında duruyordu, balkondaki güneşli günleri uğurlayan, özenle büyütülmüş rengarenk sardunyalar mutfağın camından içeriye bir başka güzel bakıyor, babamın televizyon seyrederken gelen kahkahaları hala evi çın çın çınlatıyordu. Ev yine çok düzenliydi, neredeyse deterjan kokuları burnuma geliyordu, akşam için hazırlanan yemekler ocağın üzerinde akşam yemeğini bekliyordu. Çoğu şey yıllar önce bıraktığım gibiydi. Bizim asiliğimizden, ya da hayatla savaşmamızdan dolayı çoğu kez yok ettiğimiz alışkanlıklarımız, o evde -bize inat-, hálá yerli yerinde duruyordu. * * * Her şey eskisi gibiydi... Hani her evin, dış kapısından girer girmez burnunuza çarpan ve her o kokuyu duyduğunuzda size o evi hatırlatan kendine özgü bir kokusu vardır ya, o koku bile hiç değişmemişti. Tıpkı sarılıp öptüğümüzde değişmeyen anne ve babalarımızın ten kokuları gibi (Oysa bizim ten kokularımız ne kadar çok değişiyor. İnsanlar bizi parfümlerimizden ayırt edebiliyorlar artık, kazaklarımızın, tişörtlerimizin üzerine bıraktığımız ten kokularımızdan değil! )İş gerginliğinden (ya da artık çok fazla yemek yiyemediğimden!) yemek yemeyi unuttuğum için, o eve girer girmez karnımın acıktığını anladım. (Nedir bu şimdi? Şefkat ve ilgi ihtiyacı mı?) Çocukluktan kalma alışkanlıkla olsa gerek ‘Anne ben açım’ dedim. Ocağın üzerindeki kap kap yemeklerin hepsinden, çanak çanak yedim. Hatta yetmedi, birer tabak daha yedim... Sonra banyoya girip, tıpkı çocukluğumdaki gibi, naylon bir sekinin üzerine oturup banyo yaptım, evet tam anlamıyla banyo yaptım. (Duş almadım!) Banyo duvarındaki keseyle derilerimi yüzene kadar keselenip, rengarenk, elle örülmüş liflerle her yerimi sabunladım. Biliyor musunuz, çok iyi geldi. Bizim evin sabunları ile yıkanmış, sarı banyo havlusuna kurulandım. Canlı yayına çıkacak olmama rağmen, sırf o havlunun kokusu vücudumda kalsın diye yıllar sonra ilk kez parfüm sürmedim. Gün batarken, annemle mutfak masasının köşesinde karşılıklı oturup yine kahve içtim. Annemin ‘Hayır kapatma artık fal bakmıyorum’ demesini kaçıncı defa duyduğumu hatırlamayarak, yine fal kapattım. Yine annem bana bol para, deve kuşu gibi kısmet, hükümet kapıları gördüğünü söyledi falımda. Sonra canlı yayına gitmek için giyindim. ‘Çok yakışıklı oldun oğlum’ dedi annem, babamın elini öptüm, işe giderken yıllar sonra annem (ya da birisi!) kapıdan uğurladı, öptü, başarı diledi bana, balkondan arkamdan el bile salladı annem. Yıllar sonra ilk kez çok özlediğimi hissettim ana baba evinin sıcaklığını ve bir pazar sabahına orada uyanmak istedi canım. O evde babamın erkenden kalktığı, ama bizi uyandırmamak için hiç ses çıkarmadığı, sonra annemin kalkıp kahvaltı hazırladığı pazar sabahına uyanmak istedi canım, hem de çok istedi... Dün farkettim ki iş, kariyer, başarı, daha iyi bir yaşam hırslarıyla oradan oraya savururken kendimizi, ne çok şeyi unutuyoruz, ne çok şeyi ıskalıyoruz. Ama zararın neresinden dönersek kardır değil mi?NASIL BÜYÜDÜMBen büyürken, okumayı söken öğrencilerin göğsüne kırmızı kurdele takılırdı