Malumunuz üzere her insan farklı başlıyor. Mesela ben yataktan herhangi bir duyguyla kalkanlardan değilim, ne mutlu ne de mutsuz denebilir benim için. Gergin ya da sinirli de olmam. Gece kaçta yatarsam yatayım, çalar saatin zili çaldığı anda fırlarım yataktan.
Sabahları gergin olmak için bahane bulanlara da sinir olurum. Vardır öyle insanlar. Siz bütün şirinliğinizle bir şeyler söylersiniz, karşıdan hiç bir cevap gelmez. Karşınızda duran bir adet ‘mahkeme duvarıdır’, yılmazsınız bir daha denersiniz. Bu kez daha öfkeli cevap verir; ‘Nasıl canın istiyor sabah sabah böyle konuşmayı. Bir sus, daha afyonum patlamadı yahu. Sus çayını iç işte... Zaten sabahın köründe kalkmışım.’
Haydaaaa. Sanki ben kaldırdım. Kalkmasaydın! Zıbar uyu bütün gün...
***
Tabii bir de bunun tersi durumlar var: Güne milli piyangodan büyük ikramiye çıkmış gibi başlayanlar. Anlatacak ve konuşacak ne çok şeyleri vardır sabah sabah. 7-8 saat uykusunda konuşamadı diye, hırsını kahvaltı sofrasında sizden alanlar. Genellikle boş konuşurlar, konuştukları konu çoğunlukla da ‘bugünün ne güzel bir gün olduğudur’ ki, zaten tamamı ile boş bir konudur. Sana göre güzel olan bir günün, bana göre de güzel olması mı gerekir?
Bir de uykudan uyanamayanlar vardır, bu tipler anlamakta en zorlandığım insan tipleridir. Okulda olurdu hatırlarsınız. Öğrencinin biri sınıfa geç gelir, kapıyı çalar, tedirgindir. Öğretmen sorar, ‘Nerede kaldın? Okula bu saatte mi gelinir!’. Öğrenciden cevap, ‘Saat çalmış duymamışız öğretmenim.’
İşte bunu anlamam mümkün değil. Yahu tepende bir saat çalıyor. Gürültü, zırıltı, ama sen duymuyorsun. İşin en enteresan tarafı, bu sabah saatleri duymayan tiplerin, geceleri en ufak bir gürültüde uykuya dalamamalarıdır. Hani başlarındaki saatin ‘tik tak’ları onların uyumasına engel olur. Ama sabah zırıl zırıl çalan saati duymazlar.
Ben yataktan herhangi bir duyguyla kalkanlardan değilim. (Depresyonda değilsem eğer! Bakın işte o zaman yeni bir güne başlamak zor oluyor vallahi...)
Görev bilincim orada da devreye giriyor sanırım: ‘Kalkmam gerekiyor, demek ki kalkmalıyım’ der, zıpkın gibi kalkarım yataktan. Benim için sabah saatlerinin günün herhangi bir anından farkı yoktur. Tek bir özelliği ve önemi vardır benim için sabahların: Gazete okumak.
Yıllardır, sabahları işe gelir gelmez, hemen gazeteleri elime alırım. Bu sabah da aynen öyle yaptım. Sabah hiçbir duygu değişikliği olmaksızın yataktan kalktım, spordan sonra işe geldim ve gazeteleri elime aldım. Manşetlerde hep aynı haberler. Ahmet Piriştina’nın hepimizi çok üzen ani ölümü, Tayyip Erdoğan’la DEP’li milletvekilleri arasındaki gerginlik, AKP’deki DEP gerginliği... (Hala mı?)
Tüm bunları okuduktan sonra gözüm bir gazetenin kıyısında, köşesinde kalan başka bir habere ilişti. Haber çok eğlenceli geldi bana. Sonra oturdum neredeyse tüm gazeteleri kıyı köşe okuyup, kenarda kalan haberleri incelemeye başladım. Valla çok zevkliymiş. Güne kötü başlayanlar, size de tavsiye ederim, iyi geliyor insana. İşte beni eğlendiren haberler:
İneklerin kentte başıboş dolaşmalarını engellemek isteyen Siirt Belediye Başkanı ALO 185 İNEK HATTI’nı kurdu. İli sokakta sahipsiz dolaşan ineklerden kurtarmakta kararlı olduklarını söyleyen belediye başkanı, ‘İnekler trafiği aksatıyor. Vatandaşlarımızdan yardımcı olmalarını istiyoruz’ dedi.
(Yahu inekler için de hat kurulduğuna inanmak istemiyor insan. Sayın belediye başkanım, trafik probleminiz daha çok sürücülerden ya da yayalardan kaynaklanıyor olmasın?)
İngiltere’de yeni yapılan bir araştırmaya göre uzun bacaklı kadınlar, kısa bacaklı kadınlara oranla daha uzun yaşıyorlarmış. (Bence bu araştırmayı yapan doktor, uzun bacaklı kadın güzeldir sloganının çok etkisinde kalmış. Zaten kendisi de beğenirmiş belli ki uzun bacaklı kadınları ve onlarla daha fazla zaman geçirebilmek için bu konuda bir araştırma yapmış...)
Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik, Ankara’da karne dağıtırken, karne verdiği öğrenciye ‘Büyüyünce ne olacaksın?’ diye sorunca, ilginç bir cevap almış: Şarkıcı. (Bu durumda benim de bir katkım var mıdır diye düşünmedim değil!)
Newsweek dergisi 10 ülkede depresyonun nüfusu etkileme oranıyla ilgili bir araştırma yayınlamış. Sıralamada Türkiye yüzde 4 ile en iyi durumda olan ülke imiş. (Mutsuzluk ve sıkıntı Türk insanının normal hali olduğundan dolayı, depresyona girdiğimizi anlamıyoruz bence.)
Marc Anthony 10 günlük eşi Jennifer Lopez’e yirmi dört bin (Rakamla 24.000) dolar değerinde altın bir sandalet hediye etmiş. (Lopez’in eski nişanlısı Ben Afflect de, Jennifer’a elmas kaplı bir klozet ve kadife tuvalet kağıtları hediye etmişti. Garip değil mi? Tevekkeli kadın habire ayrılıyor sevgililerinden. Adam gibi bir hediye alamadığından belli ki! Ama ben Afflect’in hediyelerini beğenmiştim. Poponla ünlü olursan, onu korumaya ve hoş tutmaya yönelik hediye almanda bir gariplik yok değil mi?)
Bu kıyıda köşede kalan haberler beni çok eğlendirdi. Sabah uyanamayanlara, güne mutsuz başlayanlara ve afyonu geç patlayanlara tavsiye olunur...