Paylaş
Onu da anlamayıverelim kardeşim, hayatımız ‘like’ oldu zaten!
Instagram kararın gerekçesi olarak ‘bir paylaşımın ne kadar beğenildiğinin değil, ne paylaşıldığının önemsenmesini’ öne sürmüş.
Yorumum mu ne? Kafalarına göre yönlendiriyorlar insanları. Budur.
Bir algoritmadır tutturmuşlar; ne olduğunu, nasıl çalıştığını da bilmiyoruz. Bir paylaşım yapıyorsun beş bin kişiye gösteriyor, bir paylaşım yapıyorsun otuz beş bin kişiye gösteriyor. Neden ikincisini daha çok insana gösterdin diye soramıyorsun. İkinci daha çok beğeni alıyor diye mi gösterdin? Daha çok insana gösterdiğin için mi daha çok beğeni aldı yoksa?
Benim on üç bin takipçim var, senin bir milyar kullanıcın. Beni daha çok insana göstersen ne kaybedersin? Algoritma mı var? Nereden biliyoruz algoritmanın adil olduğunu? Ya da bir şey soracağım, ‘Acaba bazı insanların paylaşımlarına kıyak geçiyor ve onları hızlıca ünlü yapıyor musun?’ Bu işin elinde olduğu kesin sayın Instagram bey!
*
‘Yaptığımız bir paylaşım beğeni alsa ne olur, almasa ne olur?’ şeklinde antik çağlara ait bir düşünce mi geçti aklınızdan bir ara?
Orada biraz duralım!
Sosyal medyada arzu edilen kadar beğeni almamanın, günümüz insanı Homo Socialmedius’ta yan etkileri aynı ilaç prospektüsündekiler gibi. Kalp sıkışması, mide burulması, baş dönmesi, geçici gerginlik, kalıcı asap bozukluğu, kendini sorgulama, uyku bozukluğu, kilo alma...
Fazlaca beğeni alınca da tam tersi; vücutta seratonin, endorfin, melatonin ve dopamin artışı, yanaklarda kızarıklık, kendini daha iyi hissetme, özgüven artışı, vs...
*
Aslında bir şey olduğu da yok tabi ortada, hepsi bir yanılsama. Mış gibi yaşanan hayatlar...
Bir paylaşım yapıyorsun, bilmem kaç kişi beğeniyor, altta olumlu - olumsuz yorumları takip ediyorsun, okuyorsun, beğenileri ilgiyle izliyorsun, sonra bir paylaşım daha yapıyorsun. Analize devam ediyorsun, kim beğenmiş, kim ne demiş?..
Kötü sonuçlarda canın sıkılıyor, iyi sonuçlarda seviniyorsun. İkisinde de kalıcı hiçbir şey olmuyor aslında. Aynı Özdemir Asaf’ın Çizik şiirinde olduğu gibi...
Geleceğim, bekle dedi, gitti.
Ben beklemedim, o da gelmedi.
Ölüm gibi bir şey oldu
Ama kimse ölmedi.
*
Geçmişte çekilen bir sürü fantastik ve distopik filmde, gelecekte insanları karanlık global şirketlerin yöneteceği anlatılıyordu. Film diye izledik, güldük geçtik.
Gelecek geldi...
Vizyoner senarist ve yönetmenlerin yanıldığı ufak bir nokta var yalnız.
Bu dev şirketler filmlerde anlatıldığı gibi, karanlık gecelerde bulutlara değen ve üzerlerinde şimşekler çakan gökdelenlerde, askeri üniformalı yardımcılarıyla birlikte, koridorları çınlatan uzun kahkahalarla yönetmiyorlar dünyayı.
Genç girişimci sahipleri, ofis içinde bisikletle dolaşan teknoloji dahileriyle, renkli aplikasyonlarıyla, sevimli ve sempatik yaklaşımlarıyla ve en önemlisi bizlerin katılımıyla yönetiyorlar.
*
Bizim katılımımız gerekli ve en önemli unsur ama yetkimiz sıfır tabi!
Ne isterlerse yapıyoruz, neyi değiştirirlerse uyum sağlıyoruz, ne verirlerse onu alıyoruz. Bu arada da şükürler içerisinde, ‘Onlarsız ne yapardık acaba?’ diye dolanıyoruz ortalarda.
Hangi reklamı gösterirlerse onu izliyoruz, neyi öne çıkarmak isterlerse onu görüyoruz, kimi meşhur etmek isterlerse onu beğeniyoruz, ne satın almamızı isterlerse sıraya giriyoruz!
Kimse özgür iradem var falan demesin. Yaratılan sanal platformlarda hep bir arada geçinip gidiyoruz ve beğenilmek için sağlam yarışıyoruz.
Bu arada, bildiğiniz, rengarenk ama çatır çatır yönetiliyoruz.
*
Not: Bana Twitter, Facebook ve Instagram’dan ulaşabilirsiniz: @anlatanadam
Paylaş