Paylaş
*
Ama asla, körü körüne inanan biri olmadım. Hem de hiç bir şeye, hiç bir zaman.
Şimdilerde beş vakit namaz kılan annem ve babam, herhangi bir düşünceye bodoslama atlamamayı öğretti bana. Akıntıya kapılmamayı, durup dinlemeyi, okuyup değerlendirmeyi, karşıt fikirlere saygı duymayı öğrendim küçük yaşlardan itibaren.
*
Kur’an kursuna gittim orta okul çağlarında, hatta bir kaç kez hatim de indirdim. İnanmazsınız, üç yaz boyunca sabah – yatsı arası ezan okudum yanık yanık!
*
‘Madem Kur’an okuyorsun, Türkçe mealini de oku’ diye diretti babam, ‘ne okuduğunu anla, kendin değerlendir’ dedi. Aynı adamın zoruyla, hayatımın erken ve ergen yıllarında Atatürk’ün ideolojisi Nutuk’u da okudum, başkalarının ideolojilerini anlattıkları başka kitapları da...
Ailem bana özgürce düşünmeyi öğretti. Sadece bunun için bile haklarını ödeyemem.
*
Hayatta bir insanın düşeceği en kötü durum ‘bilmemek’tir. ‘Hiç bilmeden’ yaşamak ya da ‘daha iyisini bilmemek’...
*
Kolayca yönetilmek istenen bütün toplumlar, çakal yöneticiler tarafından cahil olmaya, okumamaya, ilgilenmemeye, kafaya takmamaya itilir.
Hemen aklınıza bizim memleket gelmesin.
Süper(!) devlet Amerika’nın da yaşadığı, yaşattığı budur, diğer bir çoğunun da...
Süper(!) devlet olmak için koyun millet yaratmak gerekir çünkü. Bir bilgisayar oyunu oynar gibi sanki; dünyanın tüm kaynaklarını ele geçirmeye çalışmak, bu gaye için binlerce kilometre ötedeki ülkeleri istikrarsızlaşmak gerekir.
(İstikrarsızlaştırmak çok masumane oldu; çoluk çocuk demeden savaşa sokmak demektir. İnsancıkları evlerinden ayırmak demektir. Bir çoğunun ölmesi, ölmeyenlerin başka yerlere sürülmesi demektir.)
*
Eğer bu konuda bilinçli ve barışçıl bir iç toplum baskısı olsa, Amerika da ortalığı kazan gibi karıştıramaz, sofraya çala kaşık dalamazdı.
Tepkisiz, algısız, umarsız, sadece bir gün sonrasını düşünerek hayatını geçiren insanlardan oluşan toplumu; bir de ‘herkes bize düşman’ diye inandırdın mı; ‘yönet de yanında yat!’
*
İşi geçim derdine, iki spor karşılaşmasına, kısa sürede köşe dönmeye, yetenek yarışmasına, sıfır altyapıyla ünlü olma ihtimaline indirgeyebildiysen; ülkeni Trump gibi tel kadayıf bir cahilin yönetmesine imkan tanıdın demektir.
*
Ondan sonra ver muhafazakarlığı, bastır ırkçılığı, her daim ‘onlar-biz’ vurgularını, kap oyları...
*
Bu, aşağı yukarı dünyanın bütün cahil ülkelerinde böyledir.
*
Ama...
Mesela Danimarka’da; bir Allah’ın kulunun hakkını yiyemezsin, yedirtmezler ki, Danimarka nüfusa vurduğunda dünyanın en ateist ülkesidir. Cehennemden korktukları için değil, erdem olduğu için hak yemezler.
*
Eğitim seviyesi tavan yapmış Japonya’da, kendisi değil yanlış anlamayın; emri altındaki dıdısının dıdısı gaflete düşünce, hayatlarına son vermeyi düşünür politikacılar. İnanç sistemleri emrettiği için değil, topluma zarar veren kişiyi onursuz olarak değerlendirdikleri içindir.
*
Misal Kanada’da, bırak trafik kavgasında ailesiyle birlikte olan iki gaziyi darp etmeyi; tüm memleket, büyük bir minnet duygusuyla o insanları el üstünde tutar. Madalyaya, ödüle, imkana boğar; bir de rencide etmeden kibarca yol verirler trafikte. Bunu da sadece insan evladı oldukları için yaparlar.
*
Hepsinde tek bir ortak nokta vardır bu şekilli, moderen(!) ülkelerin.
Eğitim seviyeleri yüksektir, toplum bilinçleri açıktır, haklarını bilen, haklara saygı duyan insanlardan oluşan milletlerdir.
*
Ah! Bir okusan, bir bilsen, bir özümsesen Ata’yı!
‘Biz cahil dediğimiz zaman, mektepte okumamış olanları kastetmiyoruz. Kastettiğimiz ilim, hakikati bilmektir. Yoksa, okumuş olanlardan en büyük cahiller çıktığı gibi, hiç okumak bilmeyenlerden de hakikati gören gerçek alimler çıkabilir.’ derken ne kastettiğini Ata’nın bir anlasan?
Yüce Önder’in kafası açık, merak eden, biat etmeyen, özgür düşünen nesiller arzuladığını anlarsın...
*
Dönem itibariyle ‘tek adam’a geçebilecek, kendi imparatorluğunu ‘restart’ edebilecek birinin; tüm gücü kendinde değil, güvendiği milletinde toplama arzusunu bir görebilsen?!.
‘Milli egemenlik öyle bir nurdur ki, onun karşısında zincirler erir, taç ve tahtlar batar, mahvolur. Milletlerin esirliği üzerine kurulmuş müesseseler her tarafta yıkılmaya mahkumdurlar.’ dediğinde; doktorun oğlu Ecevit’in, çiftçinin oğlu Demirel’in, memurun oğlu Özal’ın, tornacının oğlu Abdullah Gül’ün, kaptanın oğlu Erdoğan’ın önünü ta o zamanlarda açtığını fark edersin!
*
1923’te açılan özgürlük yollarını kullanarak; ‘fesli meczup’ gibi, oğuldan oğula geçen bir hastalıklı sistemi översen, sanma ki sen de Saray’ın bir parçası olacaktın!
Güğümle süt getiremeyecektin saraya!
Osmanoğlu ailesinin neresindensin? Tebaa olacaktın, sıradan, çıkış ihtimali olmayan, en iyi ihtimalle yancı, ezik, sahipli...
*
Bir uyansan, kafayı çalıştırsan?..
‘İyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar memleketi olamaz. En doğru, en hakiki tarikat, medeniyet tarikatıdır.’ diye duyduğunda Ata’dan, dini kendine yontanlara mesafeli olursun.
Cennete gidebilmek için terlik satanlara, üfürükçülere, kedicikleriyle oynaşan hocalara kapılmaz, gülüp geçersin. O insanlar elbette var olabilir ama sen prim vermezsin!
Katolik kilisesi de yüzyıllar önce parayla cennete tapu satmaktaydı. Ne saçma değil mi?
*
Candan dinlesen bir kez, keşke!
‘Ey Türk Gençliği!’ diye kükredi miydi Ata’m...
‘Birinci vazifen, Türk istiklâlini, Türk Cumhuriyetini, ilelebet, muhafaza ve müdafaa etmektir.
Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegâne temeli budur. Bu temel, senin en kıymetli hazinendir. İstikbalde dahi, seni bu hazineden mahrum etmek isteyecek, dahilî ve haricî bedhahların olacaktır.
Bir gün, İstiklâl ve Cumhuriyeti müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için, içinde bulunacağın vaziyetin imkân ve şerâitini düşünmeyeceksin!
Bu imkân ve şerâit, çok nâmüsait bir mahiyette tezahür edebilir.
İstiklâl ve Cumhuriyetine kastedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler.
Cebren ve hile ile; aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir.
Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler.
Hattâ bu iktidar sahipleri, şahsî menfaatlerini müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit edebilirler. Millet, fakr-ü zaruret içinde harap ve bîtap düşmüş olabilir.
Ey Türk istikbalinin evlâdı!
İşte, bu ahval ve şerâit içinde dahi vazifen, Türk İstiklâl ve Cumhuriyetini kurtarmaktır!
Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur!’
dediğini ruhunun derinliklerinde ezbere bilsen; Fettullah Gülen gibi bir çakma mehdi asla bu toplumdan sivrilemez. Aynı secdeye baş koymak yetmez.
*
Diyelim ki bu Pensilvanya’lı hainler, ‘kişisel çıkarlarını, işgalcilerin siyasi amaçlarıyla birleştirerek düşmanla işbirliği yaptılar.’
Aldanmazsın, kandırılmazsın; herifler terörist çıkınca şaşırmazsın...
*
Ah! Gönülden Atatürk’ü bilsen...
10 Kasım’ları putlaştırmadan; dünyanın gelmiş geçmiş en demokratik, en büyük liderlerinden birini ölüm yıldönümünde büyük saygıyla anar, kurduğu cumhuriyeti bir adım öteye taşımaya çalışırsın...
Bir bilsen...
*
Bana Twitter, Facebook ve Instagram’dan ulaşabilirsiniz: @anlatanadam
Paylaş