Rijkaard’ı seyretmek

PERŞEMBE gecesi Ali Sami Yen’de Galatasaray’ı “farklılıkları” açısından izlemeye çalıştım. Yazın ortasında bir takımın, kendi seviyesinden çok daha altta bir rakip karşısında iyi veya kötü oynaması açıkça beni fazla ilgilendirmiyor.

Haberin Devamı

Galatasaray’daki temel farklılık Rijkaard ve yeniden yapılanma süreci. Bu süreç sancılı olabilir. Ama dünya çapında pek çok teknik adamın Türkiye’deki macerasına tanık olmuş biri olarak Rijkaard’ın psikolojisini beklediğimden çok daha iyi bulduğumu söylemeliyim.
Hollandalı teknik adam her şeyden önce çok istekli ve heyecanlı. Galatasaray’ın attığı gollerde çevresine bu elektriği vermesi çok önemliydi. Soğuk, buzdolabı gibi, gollere fazla tepki vermeyen biri de olabilirdi Perşembe gecesi. 3 yıl önce kulüpler düzeyinde dünyanın en önemli kupasını kazanmış bir teknik adam için Tobol’a gol atmak çok da büyük mutluluk olmasa gerek. Ama Rijkaard’ın mutluluğunu anlayabiliyorum. Onun için Galatasaray’da giriştiği mücadele Barcelona’dakinin çok ötesinde ve çok daha zorlu.
Rijkaard ikinci yarının hemen tamamında sahanın kenarında oyuncularını sürekli uyaran bir portre çizdi. Bülent Korkmaz’ın yaptığı gibi zaman zaman ıslıkla oyuncularına talimat gönderdi. Terim’in yaptığı gibi zaman zaman yardımcı hakemi ofsaytlar konusunda uyardı. Mustafa Denizli keskin taktik hamleleriyle ünlüdür. Rijkaard’ın da taktik değişikliğe gitmek için 60 dakika beklememesi olumluydu. İkinci yarıya başlarken sağ çizgiden oynayan Yaser’in yerine genç Serdar’ı çekip, Kewell’ı oyuna sürmesi iyi bir hamleydi.
Galatasaray’daki değişiklikler sadece Rijkaard’la sınırlı değil. Ama tek maçta görebildiğim kadarıyla Galatasaray sabırlı davranırsa 25 yıl önce Derwall’le yaptığı hamlenin bir benzerini gerçekleştirebilir. Önemli olan sabır, destek ve zamanla Rijkaard’ın yanına yeni bir Terim ya da Denizli adayı monte edebilmek.

Haberin Devamı

Avrupa’ya inanmıyorlar

KULÜPLERİMİZİN yaptıklarına bakıyorum... Transfer hamlelerine, teknik adam değişimlerine, kurumsal hamlelerine... Seviniyorum... Yüksek maliyetlerine karşın güzel gelişmeler...
Bir yandan da düşünüyor um, bu hamleler neden yapılıyor, diye. Yöneticilerin söylemlerinde  “Avrupa’da başarı” var doğal olarak. Teknik adamlar daha temkinli. Daum ve Rijkaard’ın hedefi belli. Şampiyonlar Ligi vizesi almak ve Avrupa Ligi’nde minumum gruplardan çıkmak. Denizli’nin asıl hedefi Fenerbahçe ’de başarısız olduğu Şampiyonlar Ligi serüveninde atılım yapmak. Broos’un daha zamana ihtiyacı var. Onun hedefi de geçen yılın gerisinde kalmayacak bir derece elde etmek muhakkak. Bülent Uygun yeni bir sansasyon yaratıp Şampiyonlar Ligi’ne kalan İstanbul dışından ilk takım olma arzusunda. Peki ya taraftar? Sokaktaki insan? Avrupa’da başarıya ne kadar inanıyor? Gördüğüm, konuştuğum, gözlemlediğim kadarıyla taraftar ülke içindeki rekabete kilitlenmiş durumda. Eskiden konuşulan  “Avrupa’da kupa, final” söylemleri artık “Bu oyuncuyu alalım, bu oyuncuyu alalım” kalıplarına bırakmış durumda.
5 yıl önce Porto’nun kazandığı Şampiyonlar Ligi için ülkenin en önemli yorumcusu “kazanmak hayal, göremem herhalde” diyor..
Galatasaray’ın çok daha zor şartlarda kazandığı, Shaktar’ın, Zenit’in, Sevilla’nın müzesine götürdüğü UEFA Kupası’nı almayı net olarak hedef seçen taraftarımız yok. 8 yıl önce o kupanın finalinde Liverpool’a 5-4 yenilen Alaves’in şimdi İspanya 3.Ligi’nde oynaması kimseye  “kupanın alınabililirliği” konusunda fikir vermiyor.
Yapabileceğimiz işler konusunda bu kadar umutsuz olmak düşündürücü. Bu konuda medyaya büyük görev düşüyor. Kulüplerimizi ülke içindeki klasikleşen rekabet ortamının dışına doğru itmek, Avrupa’da bir kupa kazanmaya odaklamak gerek. Çünkü herşey inanmakla başlıyor..

Haberin Devamı

Özel sorun

ARSENAL kadar sakatlıklarla boğuşan başka bir kulüp var mı bilmiyorum. Eduardo, Adebayor, Van Persie, Rosicky gibi önemli silahları geçen sezon çok ciddi sakatlıklar geçirdi. Bu sezon Nasri’nin ayağı kırıldı, Eduardo’nun sakatlığı nüksetti. Arsene Wenger her milli maç öncesi, milli maçlar aleyhinde yaptığı açıklamalarla gündeme gelmişti.
Üstünde uzuk soluklu düşünüldüğünde dünya futbol ekonomisi bu kadar büyük rakamlara ulaşmışken, milli maçlarla ilgili yeni bir düzenleme yapılması gerektiği ortaya çıkıyor. Resmi maçların dışındaki hazırlık karşılaşmaları liglerin sürdüğü dönemlerde yapılmamalı. Çünkü bu hazırlık maçlarına verilen önem ülkeden ülkeye, futbolcudan futbolcuya değişiyor. Zaten üç-dört cephede savaşan ve büyük baskı altında kalan futbolcular milli formayla oynadıkları hazırlık maçlarında ya aflarını istemeye ya da ağır sakatlıklar yaşamaya başladı.
Nihat’ın, Hamit’in, Semih’in, Emre’nin, Mehmet Topal’ın, Servet’in Euro 2008 sonrası yaşadıkları da ortada. Doğru olan bu tür kilit oyuncuları ciddi hazırlık maçlarında oynatmamak. Eğer mutlaka hazırlık maçı yapılacaksa genç isimlere yer vermek. Milli Takım çalıştırıcıları da bu duruma şiddetle karşı tabii. Onlar lig fikstürlerini bile kendi istekleri doğrultusunda hazırlatıyorlar. Aşırı sıcak ya da aşırı soğukta maçların oynanmasını ikinci plana atıp kendileri için en uygun tarihte ligin bitmesini istiyorlar.
Düşünün şimdi... 12 Ağustos’ta Kiev’de Ukrayna ile oynayacağız. Ligimiz 7 Ağustos’ta başlıyor. Galatasaray, Fenerbahçe, Trabzonspor, Sivasspor Avrupa’da öneleme maçları oynayacaklar. Böylesine kritik bir ortamda Milli Takım’ı aslarla kursanız bir türlü. Alınacak ağır bir mağlubiyete hazır olup yedeklerden kursanız bir türlü.
Her fırsatta diyoruz ki, “Çok sayıda oyuncumuz İngiltere, İspanya, İtalya’da oynasa keşke”... Peki Milli Takım seviyesinde 14-15 oyuncumuz bu liglerde yer alsa ne yapacağız? O ligleri erken başlatabilecek miyiz? Ağustos sonunda start alan La Liga’ya müdahele edebilecek miyiz?
Lig planlamasını yaparken daha dikkatli olmak gerek. İki sezondur ağır tempoda oynayan ve 28 Haziran’a kadar Konfederasyonlar Kupası’nda mücadele eden Güiza 15 gün tatil yapmaya kalkınca olay oluyor.
Ne Terim’i, ne Federasyon’u, ne kulüpleri suçluyorum. Sorunun çözümü FIFA ve UEFA’dan başlıyor. Ve yakın gelecekte ilk adım özel milli maçlarla atılacaktır.

Yazarın Tüm Yazıları