Cumartesi gecemi tiyatroya ayırayım dedim. Reklamlar arasında gezinirken önce üç alternatife indirdim, bir süre kararsız kaldım sonra Nathalie’ye gittim, iyi ki gitmişim.
İyi ki dedim çünkü Nathalie’yi izlerken tiyatro adına zevklerin en büyüğünü yaşadım. Önce tabii ki metin... Kötü bir metne dünyanın en iyi oyuncularının bile yapacağı bir şey yok.
’Nathalie’de metin sağlam. Philippe Blasband’ın sinemaya da uyarlanan yapıtında kocası Daniel’den (Türk kadınları için Danyal da olabilir) ayrılmak üzere olan soprano Sonia (Tilbe Saran) 500 bin Euro karşılığında bir hayat kadını (Zuhal Olcay) kiralar. Amaç, Daniel’i baştan çıkarmak...
Daniel baştan çıkar, Sonia acılarıyla yoğrulur, kader ağlarını örer... Ama örülen kaderin bir sonraki aşamasını asla tahmin etmek mümkün değil. Metnin güzelliği de burada, klişelerin esiri değil.
Işıl Kasapoğlu yönetimine diyecek yok. Daniel sahnede yok ama sanki oyun üç kişi oynanıyor. Daniel’in ruhu her an sahnede, Daniel her an bir yerden çıkıp sahneye atlayacakmış gibi. Kasapoğlu’nun geçişlerde uyguladığı kare dondurmalar hem düşündürüyor, hem sahnedeki estetiği üst seviyeye çıkarıyor.
Kostümlere bayıldım. Canan Göknil özellikle Zuhal Olcay’ın kostümlerinde harikalar yaratmış. Sanki oyun izlemiyorsunuz da hayat kadınları arasında bir defilede gibi hissediyorsunuz kendinizi. Seçilen renkler, tasarımlar gerçekten harika.
Oyunculuğa gelirsek... Sahnedeki iki kadını, Zuhal Olcay’ı ve Tilbe Saran’ı herkes izlemeli, özellikle de kadınlar. O kadar iyi oynuyorlar ki, o kadar güçlü duruyorlar ki, o kadar sahneyi dolduruyorlar ki, oyunculuk mesleğini o kadar yüceltiyorlar ki, işlerini aşkla yaptıkları o kadar belli ki... Çok gurur duydum, çok ümitlendim, çok duygulandım. Bu oyunculuğu kaçırmamak lazım. Nathalie’de gerçek bir oyunculuk şöleni var. Her oyun Nathalie gibi kotarılsa kimse tiyatronun eline su dökemez.
Hangi erkek 500 bin euro eder
Nathalie’nin çıkışında Zuhal Olcay’ı kutladım. Biraz sohbet ettik.. "Hiçbir erkeğe 500 bin euro’luk intikam planı değmez demişsiniz" diye hafif yollu bir espri yaptım. "Evet ama hata yapmışım" dedi, sonra ekledi: "Değecek bir erkek var..."
Şaşırdım. "Gerçek mi söylüyorsunuz" dedim.
"Evet" diye yineledi. "Kim, peki" dedim...
"Reha Muhtar... Sadece onun için 500 bin euro değer, başkası için değmez.."
"Yani?" dedim.
"Ne anlıyorsanız?" dedi ve kocaman bir kahkaha patlattı.
Belli ki Olcay, Reha Muhtar’ın geçtiğimiz cumartesi günkü yazısında kendisiyle ilgili çıkardığı sonuca gönderme yapıyordu.
Eve döndüm Reha Muhtar’ın yazısını bulup okudum. Muhtar, büyük bir kadın uzmanı edasıyla "kadınların kırılma noktasını (buna bir çeşit K noktası da diyebiliriz) G noktası ile karıştırmamak lazım" sözleriyle özetlemiş. Zuhal Olcay’ın da "aynı noktada kırım kırım kırıldığını" (Bunu da süzüm süzüm süzülmeyle karıştırmamam lazım) anlatmış. Bir Nilüfer aşkından böyle bir kadın uzmanlığına ulaşmak herkese nasip olmaz.
Emin olun Muhtar’ı kıskandım. Ve Olcay’ın ne demek istediğini anladım. Siz de anladınız mı?
Tırtıl
Yarım saatlik bir oyunda bir insan hakkında bir yıllık sohbette öğrenebileceğinden fazlasını öğrenebilir (Plato)