Bir süre için Asmalı Konak'tan önceki Özcan Deniz gerçeğine dönelim. O dönemde de Özcan Deniz'in hayranları vardı ama bugün ona hayranlık duyan büyük bir kitle için Özcan Deniz o günlerde tam bir 'arabesk-kıro' idi.
Yani bugün Mahsun Kırmızıgül bazılarınca nasıl algılanıyorsa Özcan Deniz o günlerde iki kat daha 'arabesk-kıro' algılanıyordu.
Asmalı Konak başladı. Kadınını hem seven hem yöneten, hem sahiplenen (çok sahiplendiğinden gerektiğinde hırpalayan) Seymen'i Türkiye çok sevdi. (Seymen Ağa karakteri Türk kadınının içindeki gerçeği, bir bakıma da bir çelişkiyi, ortaya çıkardı. Daha önce 'özgür olalım, erkek bize karışmasın' diyenler aslında palavra atıyorlarmış! Aslında her Türk kadınının kalbinde bir 'Seymen Ağa' yatıyormuş).
Asmalı Konak yayınlanmaya devam ettikçe Seymen Ağa'ya duyulan sevgi daha da arttı. Medyamız bu fırsatı kaçırır mı? Kaçırmadı da.
Özcan Deniz 'Star' olarak pompalanmaya başlayınca Özcan Deniz'e 'arabesk-kıro' diyen sayısı da hızla azalmaya başladı. 'Yakışıklı adam' diyenler arttı, 'Çok iyi oyuncu' diyenler arttı, 'Sesi başkasının olabilir ama Özcan Deniz olmasa o ses ne işe yarar' diyenler arttı. Özcan Deniz neredeyse Tarkan, Sezen Aksu gibi ya da bir anlamda Hülya Avşar gibi yere göğe sığdırılmamaya başladı.
Durup dururken Özcan Deniz konusunu açmadım. Elele dergisinin Temmuz sayının okurken Şencan Güleryüz'ün Ege Aydan'la yaptığı söyleşi gözüme çarptı. O söyleşide Güleryüz 'İyi oyuncular sıralamasında senin ismin yok Özcan Deniz'in var' deyince Ege Aydan 'Bu listeleri yapanlar aslında gerçek oyunculuğun ne olduğunu bilmiyorlar. Gene o dünyanın insanları. Özcan'ı da herkesten çok iyi oynuyor deyip bir yere getiren insanlar da aslında televole kültürünün insanları...' demiş ve devam etmiş.
Ege Aydan'ın yanıtını okuyunca her nedense bazılarının bütün bu 'Star ittirmesi' karşısında Özcan Deniz'i Mahsun Kırmızıgül hálá nasıl algılanıyorsa öyle algılamaya devam ettiklerini düşündüm. Bazılarının Seymen karakterinden hiç etkilenmediklerini, içine düşmediklerini ve Özcan Deniz'le Seymen'i özdeşleştirmediklerini düşündüm. Hálá Mahsun Kırmızıgül neyse Özcan Deniz de bu kişiler için o. Ben hangi safta mıyım?
Ben 'Eğer Seymen Ağa'yı Mahsun Kırmızıgül oynasaydı bugün yere göğe sığdırılamayan Mahsun olurdu. Özcan Deniz de 'kıro-arabeskçi' olarak algılanmaya devam ederdi' diye düşünüyorum. Hatta Mahsun Kırmızıgül'e haksızlık yapıldığını bile düşünüyorum. Mahsun'u keşfetmek için mutlaka Seymen'i mi oynatmak lazım. Haksızlık bu.
Universal Stüdyoları biraz yavan geldi
Amerika gezisi anılarımın kabak tadı verdiğini ben de biliyorum ama burada bitirsem içimde bir 'tamamlanmamışlık duygusu olacak. İzin verin, biraz daha devam edeyim.
Colorado Denver'dan sonra durağımız San Francisco idi. San Francisco'nun bu kadar soğuk ve kasvetli bir havaya sahip olduğunu bilmezdim. Gidecekseniz zibidi gibi iki şort bir atletle gitmeyin, üstünüze kalın bir şeyler alın.
San Francisco'da ilk aradığımız filmlerde gördüğümüz inişli çıkışlı sokaklardı. Kısa süre içinde de bu sokaklara kavuştuk. Çünkü neredeyse San Francisco'nun her yeri böyle inişli çıkışlı. San Francisco köprüsünü ve Alkatraz Adası'nı görmek ise çok heyecan verici.
San Francisco'ya gidince görmeden gelmemeniz gereken Fisherman Wharf bölgesi. Taze taze deniz ürünleri (okyanus bunlar okyanus) sevenler ise hiç kaçırmasın. Ekmek arası yengeç süper. Mutlaka deneyin.
San Francisco'da bir de 'Size fok balıklarını göstereyim' diyenler çıkacaktır. Sakın inanmayın. Ben bir foku göremedim çünkü fokların bulunduğu bölgede tadilat varmış, içeri almıyorlarmış. Vista'ya da bu konuda saygılarımı sunarım tabii ki.
Sonraki durak Las Vegas'tı. Las Vegas konusunda Amerikalılar'ı kutlarım. Allahın çölü ancak bu kadar turizm merkezi haline getirilebilir ve üzerinden para kazanılabilir. Las Vegas demek otel gezmek ve kumar oynamak demekmiş. Bizde kumar oynayacak para olmadığı için işimiz otel gezmek oldu.
Otel deyip geçmeyin. Dünyanın en büyük on oteli Las Vegas'ta, her otelin bir konsepti var. Kiminde Paris havası var, kiminde Mısır, kiminde Venedik. Her oteli hakkıyla gezmek isterseniz en az bir haftanızı alır. Las Vegas ölmeden görülmesi gereken yerlerden biri, haberiniz olsun. Yalnız çok sıcak, buharlaşmayı göze alan gitsin.
Ve son durak Los Angeles. Daha önceki gezimde size Hollywood'dan söz etmiştim. Bu kez sadece Universal Stüdyoları'ndan söz edeceğim. Amerikalılar sadece film sektöründen para kazanmıyorlar. Bir de yaptıkları filmleri nasıl yaptıklarını gösterip onun üzerinden para kazanıyorlar. Giriş 50 dolar.
Böyle eğlence parklarını çok mu gezdim ne, Universal Stüdyoları bana biraz yavan geldi. Hatta biraz da eskimiş. Yine iğne atsan yere düşmüyor, bir gün gez gez bitmiyor ama bazı şeylerin yenilenmesinde fayda var galiba. Geleceğe Dönüş, Su Dünyası, Deprem, King Kong gibi filmleri tekrar anımsamak fena değildi. Trenle yapılan açıklamalı stüdyo turu da en iyi etkinlik bence.
Marilyn Monroe ile fotoğraf çektirmeyi tabii ki unutmadım. Şunu hemen ifade edeyim. Marilyn'in yanından fotoğrafı çektirdikten sonra hemen uzaklaşmasaydım kulağım elimde Türkiye'ye dönebilirdim. Kadın az daha kulağımın içine giriyordu. Kulağıma neler fısıldadığını ise asla yazamam, terbiyem uygun değil! Siz de gidin, öğrenin.
Ve işte Amerika'yı bitirdim. Yedim Amerika'yı yedim.
'Kucağına bırakmak, altına yatmak...' Buyur?
Not: Halkla ilişkiler yazılarım için bazılarınız 'bize ne alaka?' diye düşünebilirler. Oysa bu tartışma en çok sizi ilgilendiriyor. Eğer gelecekte gazete haberlerinin yüzde 60'ı halkla ilişkiler şirketleri aracılığıyla ulaşılan haberlerden oluşacak desem ne dersiniz? Haberi tüketen ve 'gazete yazıyorsa doğrudur' inancına sahip olan sizsiniz unutmayın.
Halkla ilişkiler konusunda sürdürdüğüm ve de ısrarla da sürdüreceğim tartışma ilginç ama çok olumlu bir boyut kazanmaya başladı. Özellikle halkla ilişkileri gerçekten meslek kabul edip canla başla çalışan gençler ve 'butik' diye tanımlayabileceğimiz küçük halkla ilişkiler şirketlerinin sahipleri görüş bildirmeye başladılar.
Çoğunluğu yazdıklarıma hak verip 'bir şeyler yapalım, biz hazırız' diyor. Böyle bir enerji nasıl harekete geçirilmez anlamak mümkün değil. İlginç olan hemen hemen tüm mektuplardaki 'lütfen ismimi kullanmayın' ricası. 'Enerji' var ama bu enerji biraz korkak bir enerji galiba. Türkiye'nin 'otoriter' kafa yapısı, bu sektörde de potansiyel enerjiyi sindirmiş görünüyor. (İsminin açıklanmasını istemeyenlere hak vermiyor da değilim. Krizin dumanları buram buram tüterken kim işinden olmak ister!)
Bugün yine ilginç bir mektup yayınlıyorum. Mektubun ilginçliği, yazanın iletişim fakültelerinden birinde son sınıf öğrencisi olması ve bir yandan da büyük halkla ilişkiler şirketlerinden birinde çalışması. İsmi önemli değil, kim olduğu önemli değil. Önemli olan daha mesleğinin başında olan bu genç halkla ilişkilercinin, gazeteci-halkla ilişkilerci ilişkisini tanımlarken 'kucağına bırakmak' ve 'altına yatmak' ifadelerini kullanması! Ne acı değil mi!
Lütfen kimse kızmasın, kimse alınmasın. Sadece halkla ilişkilerci-gazeteci ilişkilerini bu noktaya getirenler utansın! Bu iki ifadeyi mesajımı 'net' verebilmek amacıyla adlı adınca yayınlıyorum. Medyanın halkla ilişkilerciye gereksinimin arttığı bir çağda yaşıyoruz. Halkla ilişkilercinin medyaya gereksinim duyduğu zaten çok açık. Halkla ilişkiler sektörünün gazetecileri, medyayı suçlayarak 'böyle gelmiş, böyle gider' diyerek bir yere varamayacağı da çok açık. Benim görevim 'açıklar' konusunda uyarmak. İşte mektup:
'Bir süredir, halkla ilişkiler sektörü ile ilgili değerlendirmelerinizi ilgiyle takip ediyorum. Her zamanki gibi çarpıcı saptamalar yaptınız ve bu saptamalar çoğu kişinin hoşuna gitmedi. Ancak benim değinmek istediğim bahsedilen konuda yalnızca halkla ilişkiler şirketlerinin suçlu olmadığıdır.
PR şirketlerini eleştirirken bazı gazeteci tutumlarını da eleştirmekte fayda var diye düşünüyorum. Bir süredir Türkiye'nin en büyük PR şirketinde çalışmaktayım ve acaba doğru bölümde mi okuyorum diye düşünmeye başladım. Okulumu bitirmeye bir sene kalmışken acaba PR bana uygun mu diye düşünmeye başladım. Çünkü gördüklerimi artık midem kaldırmıyor. Arçelik'ten aldığı çamaşır makinesi bozulunca Arçelik'in danışman halkla ilişkiler şirketini arayıp makinesinin değiştirilmesi için baskı yapan ülkemizin ünlü ekonomi muhabirinin tehditleri karşısında PR şirketleri ne yapabilir?
İzmir'e yapılacak ve lüks bir otelde iki gün konaklamalı basın gecesine karısını ve çocuklarını da getirmek isteyen, 'hayır' yanıtını alınca da tehditler savuran gazeteciye ne yanıt verilmeli?
Lüks mekanlarda yapılan lansmanları beleş yemek ve içki mekanları olarak nitelendiren gazeteciler şimdi neden susuyor? Ancak halkla ilişkileri basının kucağına bırakan ana neden 'Hürriyet, Milliyet ve Sabah'ta haberim çıkmazsa para falan vermem' diyen patronlardır. Bunu duyan PR şirketlerinin de gazetecilerin böyle 'altına yatmaları' gayet doğaldır.
Bir süredir sürdürdüğünüz tartışmaya gazetecilerin sessiz kalması ilginç! Oysa onlar konuşmadıkça doğru ortaya çıkmayacak. Ama görüyorum ki gazeteciler üç maymunları oynuyor. Nerede kaldı gazetecilik etiği? Yıllarca bu yolda can veren basın şehitlerinin şimdi toprak altında kemikleri sızlıyor.'
Turistik İstanbul manzarası
Geçen hafta ne zamadır yapmak istediğim bir şeyi yaptım. Beşiktaş İskelesi'nin hemen kenarındaki Hanedan'da yemek yedim. Fark ettim ki hanedan turist kaynıyor. İstanbul otelleri Hanedan'a turist paslıyor. Haklılar da...
Hanedan'ın terasında İstanbul manzarası da turistlik. Şehir Hatları Vapurları'nın biri geliyor biri gidiyor. Balıkçı tekneleri etrafta fıldır fıldır dolaşıyor. Onları izlerken balık yemek, deniz ürünlerinin tadına bakmak, içmek ve sohbet etmek kaçırılası bir şey değil. Servis gayet iyi, mezeler leziz. En güzeli salata. Balık da iyi pişiriliyor. Burada yemek yemek için içki dahil kırk milyonu gözden çıkartmak lazım. Özellikle şehir dışından gelip İstanbul havası almak isteyenlere de Hanedan'ı tavsiye ederim.
Cuma LAKIRDISI
Yaşlı her şeye inanır, orta yaşlı her şeyden şüphe duyar, genç her şeyi bilir. (Oscar Wilde)
Cuma Takıntısı
Laila Orient Albümü'nü beğendim. 'Orient' bir yanınız varsa bu hafta sonu için şiddetle öneririm. Koyun CD'yi, sonuna kadar sesi açın, ohhh şıkıdım şıkıdım. İnsan her şeyi unutuyor walla.