‘GANİ Gani’ öncelikle iyi bir markalama örneği. Hem ürünü, hedef kitlesi olan küçük ve orta ölçekli işletme sahiplerinin rahatlıkla anlayacağı ve hoşlanacağı bir şekilde çağrıştırıyor, hem Garanti Bankası ile mükemmel bir şekilde özdeşleştiriyor.
Bir ‘Nakit Yönetimi Programını’ bırakın reklamla çekici hale getirmeyi, ne olduğunu anlatmak bile başlıbaşına bir iş. ‘Gani Gani’ markası böyle zor bir işin üstesinden gelmeyi sağlayan ilk faktör.
Reklama gelince.. Müziğe diyecek yok, ‘Gani Gani’ yi adeta kafalar çakıyor. Ahmet Gülhan doğru seçim, iyi oynuyor. Soyut bir bilgisayar programını insani bir kılığa sokmak ve bu karakterin ağzından, kullanım ortamında programın işlevlerini anlatmak, hiç de fena fikir değil. Reklamın en karışık yeri nakit yönetim programının ‘faydalarının’ özetlendiği bölüm.
Nakit ihtiyacını karşılama, kur karşılaştırma, dünya piyasalarından ürün fiyatı öğrenme gibi üç ayrı fayda üzerine gitmek, hem reklamın temposunu düşürüyor, hem de akılda tutmayı engelliyor. Tek ve çarpıcı bir özellik üzerine gitmek daha etkili ve meraklandırıcı olabilirdi. Sanırım burada reklamveren, ‘Ne buldunsa koy sendromuna’ yenilmiş!
‘Gani gani’ reklamında ne anlama geldiğini çözdüğüm ama iyi iletilmediğini düşündüğüm iki mesaj var.
Biri ‘Gani Gani’ sözcüsünün zamanla ‘sadece kendi aklını seven’ Ahmet Gülhan’a benzemesi. Diğeri ise Ahmet Gülhan’ın otoriteyi tekrar ele aldığını göstermek için ‘Hadi git çay getir len’ diye delikanlıya terslenmesi.. İpuçlarını verdim, mesajları şimdi aldınız mı?
Reklamın sorunu, tekrar izlenme değerinin biraz düşük olması. Ancak bu sorun ‘Gani Gani’nin markalaşmasını engelleyemiyor. Olsa olsa ‘Gani Gani’ sıcak değil de biraz daha ‘soğuk’ bir marka olarak algılanıyor olabilir.
Siz hálá ‘Gani Gani’nin ne olduğunu anlamadınız mı? Var mı yönetecek naktiniz? Yok. O halde sizin ‘Gani Gani’ neyiniz ki!
Durun, bir sorun daha var. Ya ‘Gani Gani’ girdiği işletmede başarısız olursa? O zaman da adama şey demezler mi.. Şey.. Allah ‘Gani Gani’ rahmet eylesin.. Demezler mi?
(Reklam Ajansı: Alameti Farika Rating: * * * *)
Caaaart Finans!
REKLAM sektörü popstar yarışmasından yararlanmakta geç kaldı. Card Finans da olmasa böyle ‘popüler’ bir fırsat kaçmış olacaktı. Card Finans reklamındaki fikri sevdim. Popstar’ın (şimdiki Türkstar’ın) jüri üyelerini ‘popstar halleriyle’ (ve hoşluklarıyla, örneğin Zerrin Özer gülüşü gibi) reklama yansıtmak reklamı beğenilir kılmış.
Sorun oyuncu yönetiminde. Oyuncular daha iyi yönetilse ‘daha doğal halleri’ bulununcaya kadar uğrasılsaymış, reklam daha inandırıcı ve etkili olurmuş. Reklam tekrar tekrar izlenme değerine sahip, Armağan’ın Card Finans (C’li yazılmıştır) esprisi de yeniden izlemeyi sağlayan önemli unsurlardan biri. ‘Popstar’ gündeminden yararlanmak Card Finans’ın ‘beğenilirliğini’ artıracaktır. Ahmet San’a yüklenen ‘Niye Finans Card?’ söyleminin ise daha akılda kalıcı yorumunun olabileceğini düşünüyorum. Card Finans (C’li okuyun) gibi oraya da kartı ayrıştıran temel özellikle ilgili bir espri konsaymış reklam tadından yenmez dört yıldızlık olurmuş.
( Reklam Ajansı: ATCW Rating: * * *).
Not: Card’ı Kart okumak öyle yerleşti ki başlıktaki gibi yazmayınca mümkün değil kimse Cart (Yani Cart gibi Cart) diye okumuyor..
Bob Garfield’den On Emir!
UZUN süredir dünyaca ünlü reklam meslek dergisi Advertising Age’de reklam eleştirileri yapan, reklamları yıldızlayan, Amerikan reklam eleştirmeni Bob Garfield yarın İstanbul’da, Mövenpick otelde, bir seminer verecek. Seminerin ismi Reklamcılığın On Emri.
Garfield, ayrıca katılımcılara bir dizi ‘en iyi ve en berbat’ reklamlar izlettirip oylama yaptıracak. Toplantıyı, Marketing Türkiye düzenliyor. Katılım Ücreti 150 milyon TL.
Garfield, ‘aynı gösteriyi’ 13 Nisan’da Bilgi Üniversitesi’nin Dolapdere Kampusu’nda öğrencilere ve öğretim görevlilerine ücretsiz olarak da yapacak. Kontenjan sınırlı olduğundan önceden rezervasyon yaptırsanız iyi olur. Garfield’e gidenlerden bir ricam olacak, ‘Gani Gani’ reklamına o kaç yıldız veriyor, bir öğrenebilir misiniz? Bir de ‘Allah gani gani rahmet eylesin’ cümlesini İngilizce’ye çevirmek istiyorum acaba bir önerisi var mı?
Salı patron kimmiş öğrenin!
BİR ay önce Cansu Akbel aradı, ‘Patron Kim’i çekiyoruz, tam sana uygun bir rol var, konuk oyuncumuz olur musun?’ dedi. Cansu’yu çok severim, kıramam ama yine de ağzımdan şöyle cümleler döküldü:
‘Nasıl yani? Cem Davran’la, Janset’le ben.. Karşılıklı.. Onlar benim idol dizi oyuncularım, nasıl yaparım, olur mu?’ oldu. Cem Davran’la, Janset’le karşı karşıya geçtim, şakır şakır oynadım. Hatta fark ettim ki, içimde dizi kurtları varmış, onları da bir güzel döktüm. Bir süredir benim oynadığım bölüm ne zaman yayınlanacak diye bekliyorum, hatta bir ara dayanamadım, ‘Ne oldu?’ diye, Cem Davran’ı aradım. O da ‘Seni çok beğendiler, yeni bölümler yazıyorlar, yerimi alırsın diye korktum, yayınlatmıyorum’ diye gırgır geçti. Sonra öğrendim ki, bu hafta milli oluyormuşum. Cem Davran’ı oyunculuğumla nasıl ezdiğimi görmek isteyen varsa, Salı akşamı 19.50’de ekran karşısında olsun.. Görün bakalım gerçek patron kim?
Sabancı bir halk kahramanıydı!
Tekirdağ’dan İstanbul’a doğru geliyorum. Cep telefonu ile konuşarak benzinciden içeri girdim. Kasaya yöneldim. Kredi kartını uzattım. Bir yandan da konuşmaya devam ediyorum. Arkadaşıma ‘Sakıp Sabancı’yı kaybettik’ dedim. Sonra biraz daha konuşup telefonu kapattım. Kasada duran yirmi yaşlarındaki kara yağız delikanlı ‘Ya abi kaybettik. Sabancı’yı da.’ dedi. Arkamda birden peydahlanan genç pompacı ‘Halk çok seviyordu onu çok. Her şeyden önce dürüst adamdı, ben de babam kadar severdim’ diye ekledi. Kasadaki genç devam etti: ‘Allahıma kitabıma öyle patronum olmasını çok isterdim’.
Sakıp Sabancı’nın, Türk insanı için ne ifade ettiğini yukardaki konuşmalardan daha iyi ne anlatabilir onu bilmiyorum. Sabancı’nın Türk siyasetinde, ticaretinde nasıl bir ‘denge’ unsuru olduğunu bir yana bırakalım, üzerine basa basa söylenmesi gereken gerçek şudur:
Türk halkı bir kahramanını kaybetmiştir.
1950 ile 1980 arasında Türkiye’de işadamı ‘göbekli, puro içen, gözü paradan başka bir şey görmeyen’ biri olarak algılanıyordu. Sakıp Sabancı renkli, sıcak, halka yakın duruşu ile işadamının bu kötü imajını değiştirdi. Halkla işadamını barıştırdı. Neredeyse, ‘Sosyal demokrat şirket modelinin ilk temellerini attı’ desem yeri. Düşünün şimdi kocaaa Sabancı İmparatorluğu’nu, bir de Sakıp Sabancı’nın sizdeki imajını düşünün. Bu karışım sizde hiç ‘vermeden almış!’ duygusu yaratıyor mu? Yaratmıyor. İşte Sakıp Sabancı’nın kahramanlığı buradadır. Amerika’daki 11 Eylül saldırısından sonra ‘sosyal demokrat şirketler yaratmak isteyen’ Avrupalı, Amerikalı hatta Türk şirketler kendilerine iyi bir örnek istiyorlarsa işte örnek:
Sakıp Sabancı.
O benim de kahramanımdı. Üzüntüm büyük. Nur içinde yatsın...
Çekirgelik
‘Kaynaklar... Küçülmeler... Teknolojiye yetişmek... Yeniden yapılanma... Yeniden konumlandırma... Biz aslında ne iş yapıyorduk, unuttum!