DİE’nin ‘mutluluk araştırmasına’ göre sadece yüzde 9.5’imiz kedimizi mutsuz hissediyoruz. Geri kalan yüzde 90.5’imiz ise bir şekilde mutluyuz.
Çoğumuza göre sonuç şaşırtıcı. Bu kadar düşük gelirle yaşayan, açlık sınırının altında milyonlarca insanın yaşadığı ülkede bu kadar mutlu insan olur mu? Olur. Biz istedik, mutluluk 25 yıldır gazetelerde, televizyonlarda öyle güçlü bir kavram, öyle güçlü bir ad, öyle özlenen bir yaşam tarzı haline getirildi ki, kimse kolay kolay ‘mutsuzum’ diyemiyor artık.
Yaşlıları, hastalığı, ölüleri, grevleri, lokavtları, sıkıntı içinde ağlayan işçileri köylüleri, dondurulan ücretleri, boşanmaları, okuldaki başarısızlıkları görmek istemez olduk. Olumsuz olan ne varsa, çıkartmak istedik hayatımızdan. Yüzde 50’miz zar zor beslenirken zenginleşmek istedik. 25 yıldır bizim isteğimizle mutluluk sunuluyor hepimize.
Sony video kamera reklamlarında başarılarını kamerayla kaydeden mutlu aileleri gösteriyor. Tur reklamlarında tatillerini hep en güzel şekilde değerlendiren çiftler var. Bireysel emeklilik reklamlarını düşünsenize. Emeklilik palmiyelerin altında içkinin yudumlandığı mutlu hayat değil midir? Siz hiç mutsuz alışveriş yapan bir insan gördünüz mü reklamlarda?
Ve artık ‘mutlu’ sözcüğünün altında herkes kendi mutluluk anlayışını buluyor. Mutluluk kimileri için bu aşk, kimileri için başarı, para ya da güzel evde bir sürü çocuklu aile kurmak, kimileri için sadece sağlıklı olmak demek. Ama henüz çoğu markamız mutluluğun sırrını keşfedemedi. Henüz yeterince liberalleşemedik. Oysa mutluluk ögeleri küresel pazarda birçok markayı bile peşine takıp zirveye çıkardı. Batı dünyası 50 yıldır mutluluk pazarlıyor.
Niye McDonals’ın çocuk mönüsün ismi ‘Happy Meal’(Mutlu yemek). Fransa’da egzotik meyveli ve mangolu ‘Happy’ (Mutlu) markalı dondurma olduğunu biliyor musunuz? Happy dondurmayı üreten Mackie adında bir İskoç şirket ve Mackie reklamlarında ineklerin sağılmak için mutlu anlarının beklendiği üzerine vurgu yapmış ve satışlarını tam yüzde 24 arttırmış.
1998’de Amerikan kozmetik firması Clinique Happy (mutlu) isminde bir parfüm çıkardı. Altı yıldır ABD’de Happy satış listelerinin ilk sıralarında dolaşıyor. Arada sırada Beatiful’un kendisini geçmesine izin veriyor o kadar. Sonra, yine aynı şey oluyor! O muhteşem adıyla Happy yine ele geçiriyor avantajı. Clinque’den sonra Gerlain cildi sıkılaştırmaya yönelik Happylogy (mutluolgy) kremini çıkarıyor. Daha sonra L’Oreal de ‘ilk nemlendirici ve ferahlatıcı’Happyderm ürünü ile mutluluk büyüsünden kendi payına düşeni almaya çalışıyor.
Remzi kitabevi yada DR’ye gidin, bakın. Ruhbilim kitapları için sadece bir raf var. Amerika, İngiltere ya da Fransa’daysa ruhbilim kitapları üzerine ayrı kitap zincileri var. Buralardaki kitap isimleri de yaklaşık şöyle:
‘Mutluluğun Dinamiği’, ‘Yeniden Mutluluğa Doğmak’, ‘Mutluluğun Spirali’ ve ‘Mutluluğa Açılan Bir Pencere’...
Bu kitapların hepsi de form korumayı, stresi doğru yönetmeyi, sigara içmeyi bırakmayı, yatakta uyumu yakalamayı ve en önemlisi mesleki başarıyı yakalamak için bin bir küçük sır veriyor. Neyseki gazetelerimiz var. Gazetelerimizin ‘mutluluk pazarlaması’ konusunda, batılı rakiplerin en ufak bir farkı yok. New York Times, The Guardian ya da bizim Hürriyet’in yaşam tarzı sayfaları aynı şeyi söylüyor: Mutsuzsan, dışlandın.. Nerede, hangi yazıda ‘gözyaşının’ onaylandığı görülmüş..
Mutluluğun bu denli ‘mutsuzluk paratoneri’ olarak kullanılması doğru mu?’ Bazıları ‘çok ileri gittik, kusursuz yaşam düşleri ve sonsuz gençlik efsaneleriyle toplumun çöküşüne izleyici bir toplum yaratıyoruz’ diyor.
Asla katılmıyorum. Serbest piyasa sisteminin bizleri yalnızlıkla, başarısızlıkla, düş kırıklıklarıyla karşı karşıya bırakacağı doğrudur. Yaşamı eksiklikleriyle hatalarıyla, kusurlarıyla kabullenmemiz ve akıl sağlığımızı korumamız şart! Mutluluk pazarlaması akıl sağlımızı korumamızı sağlıyor. Mutluluk pazarlayanlar sayesinde kafayı yemeden, hapçı olmadan ‘varoluş sıkıntısını’ aşarak yaşamı sürdürebiliyoruz. Mutluluk pazarlayıcılar da olmasa ortalık ‘huni’den geçilmeyecek.
Mutluluk pazarlayanların tek dikkat edeceği şey ‘bazen de mutsuz olunabileceğini vurgulamak’. Bilmiyorum yapılabilir mi?
Baktat 18 yıllık gurbetçi markası
BULGARİSTAN ve Türkiye arasında kısmi krize yol açan Baktat çorba reklamını izlemedim. Yapım kalitesi hakkında yorum yapamam. Ancak reklamın fikrini okuduğumda ‘müthiş’ dedim. Polis gurbetçi bir aileyi araba yolculuğu esnasında durduruyor. ‘Komşi çorba parası’ diyor. Baba da ‘Ne parası al sana çorbanın hası’ deyip Baktat çorba veriyor.
Avrupa’da yaşayan ve yılda iki kez Bulgaristan sınırları içinde yolculuk eden gurbetçilerin Baktat reklamını ‘baş tacı’ yapmamaları mümkün değil. ‘Komşi çorba parası’ esprisini neredeyse Türkiye’de altı yaşındaki çocuklar bile biliyor. Baktat’ın bu espriyle marka vaadini eşleştirmesi çok zeki. Nitekim Baktat’ın sahibi Mustafa Baklan’la telefonla görüştüm. Reklam filmi beş aydır yayındaymış ve çok başarılı olmuş. Bazı günler Baktat’ın telefonları faksları tebrik telefonlarından kilitleniyormuş.
Baklan,‘Beş aydır yayınlanan reklamımızı kıskanan rakiplerimizden biri Bulgar makamlarını harekete geçirdi. Avrupa’da yaşayan her gurbetçimiz Bulgaristan üzerinden araba yolculuğu yaparken bir şekilde durduruluyor ve çorba parası isteniyor.Biz bunu resmettik.Ne var bunda?’ dedi.
Baktat 18 yıldır Türkiye’den yurt dışına bakliyat, konserve ihraç ediyor, et ve süt ürünlerini de yurt dışında sağlıyormuş. İzmir bölgesinden başlayarak yavaş yavaş Türkiye pazarına da yayılmaya başlamışlar. Baklan ‘Avrupa’da reklamlarımız devam edecek’ dedi. ‘Bu reklamı Türkiye’de yayınlar mısınız?’ sorusuna ise ‘Düşünüyoruz..’ yanıtını verdi. Reklamı Türkiye’den GİP reklam ajansı üretmiş.
Reklam filmi bu haliyle Türkiye’de de yayınlansa Baktat kısa sürede yaygın marka olur, pazar payı kazanır. Türk ve Bulgar hükümetleri mi? RTÜK mü? Hollywood’a sözünü geçiremeyen kimdi? Pardon pardon bunu Amerikan Dış İşleri Bakanı söylemişti değil mi?
Lipton ve Doğadan benzerliği
BİTKİ çayları kategorisi hızla büyümeye devam ediyor. Lipton bir süre önce ‘Uzak Doğu’ kültüründeki ‘tütsü’ tarzını anımsatan bir televizyon reklamını yayına soktu. Sanırsınız ki bitki özleri reklamdaki kadının vücudunu yalayıp geçiyor. Reklamın müziği ve durgun görüntüler bitki çaylarının vücuda sağladığı ‘rahatlığı ve sakinliği’ veriyor. Daha sonra da Lipton’un 10 çeşit bitki çayını görüyoruz. İki gece önce Doğadan bitki çayı reklamları başladı. Aynı görüntüler, aynı müzik, aynı tarz. Yine bitki kılıklı görüntü efektleri havayı yalayıp geçiyor. Sonra bitki çayı çeşitlerinin vurgulanıyor. Sadece reklamdaki insan sayısı fazla. Reklamın Doğadan’ın kalite algısını arttıracağı kesin. Ama ya farklılaşmak? Böyle mi olmalıydı?
Kim sergileyecek?
Erkan Mumcu bakanlıktan ve AKP’den istifa ettiği gün ‘Turizm Tanıtım İhalesi’ne katılan işleri sergileyin’ başlıklı yazıma yanıt gönderdi ve önerisini yineledi: ‘Sayın Atilla Aksoy ve diğer katılımcıların de rızası alınmak koşuluyla kazanan projeler ile birlikte Sayın Aksoy’unki de dahil olmak üzere bütün projeleri Reklamcılar Derneği’nde veya başka herhangi bir yerde sergileyip kamuoyunun ve uzmanların değerlendirmesine sunalım.Biz hazırız.’ Bakalım yeni Kültür ve Turizm Bakanı da hazır mı? Yeni bakana ilk sorumuz bu olacak...
Önce kadını özgürleştirin
ERKAN Mumcu’nun türbanı insan özgürlüğünün bir parçası olduğu için savunan yaklaşımına iki çift lafım var. Kesinlikle aynı şekilde düşünüyorum. İsteyen istediği yerde türban takmalı. Tek şartla Türkiye’de kadın aklını özgürleştirdiğiniz sürece. Din dersi zorunlu olacak, altı yaşında kız çocuklarının kuran kurslarında beyinleri yıkanacak, dini vaazlerde karısını, kızını kapatmayan erkeklerin cehennemde yanacakları söylenecek, başı açık kadın ‘inanmayan kadınla’ hatta örümcek kafalarda ‘o...pu’ ile eş tutulacak, sonra sen kalkmış ‘İnsan özgürlüğü’ için türban özgürlüğünden söz edeceksin. Yok öyle şey! Önce kadını özgürlüğünü savun Erkan Mumcu, önce kadın özgürlüğünü. Özgür kadının türbanı istediği her yerde sonuna kadar seninleyim. Sonuna kadar türbana varım.
Çekirgelik
İnsan ancak yaşamının sonuna geldiğinde mutlu olup olmadığını bilebilir.